17 Kasım 2015 Salı
Ada'ya hasret
İyot, yosun ve anason kokusunun birbirine karıştığı Ada'daki o günü özledim...
16 Ekim 2015 Cuma
Yakın Karadeniz Seferi
Bu hafta sonu yine yollardaydım. 2 hafta önce Asenamla ufak bir tartışma ve yanlış düşüncelerin ardından kafamı dağıtmak için araç kiralamaya karar vermiştim. Aklımda 4 alternatif güzergah vardı. Bir tanesi Assos tarafıydı. Yolun uzunluğu ve benim her kahverengi tabelaya girme huyumu göz önünde bulundurarak Assos tarafına daha uzun bir tatilde gitmeye karar verdim. Diğeri İğneada güzergahıydı. İğneada'ya gitmeyi bahara ertelemenin daha eğlenceli olacağını düşündüm. Safranbolu rotasını yolun bir hafta sonu için uzun olduğunu düşündüm. Bu nedenle daha önce gitmediğim Kerpe-Kefken Karasu güzergahını tercih ettim. Aklımdaki plan yaklaşık 472 kmlik bir yolculuk yapmaktı.
Halk Bankası Parafly kredi kartının araç kiralarken puanları 3 kat değerli kullanma imkanı olduğu için aracın kiralama bedelini sadece puan kullanarak ödedim. Halk Bankası Parafly'ı 2 sene önce çıkardığı zaman sağlam bir tutundurma/kampanya bütçesi vardı. Geçen aya kadar araç kiralamalarda puanlar 5 kat değerli olarak kullanılıyordu. Parafly yavaş yavaş eski avantajlarını azaltırken çevredeki yeni kredi kartlarına da bakma zamanı geliyor sanırım. Parafly Seyahat Hattı ile araç kiralamaları Setur üzerinden Avis'ten yapılıyor. Avis'in sevmediğim yanı araç kira ücretlerinin biraz yüksek olması ve marka/model garantisi veremeyişleri.
Cuma akşamı Avis’in Sabiha Gökçen ofisinden araç kiraladım. Avis filosundaki Fiat 500L modeli araçları azaltmaya başladığı için aynı gruptan bir Ford Fiesta verdiler. Fiesta’nın baz modeli olduğu için telefonu bağlamak için bluetooth araç kiti bile yoktu. Araç kullanırken sevgiliyle konuşamayacağımı düşününce biraz moralim bozuldu. Daha sonra telefonu orta bölüme koyup telefonun hoparloründen konuşmayı keşfettim. Araç ses sistemine bağlı olması kadar efektif olmasa da yine de yol boyunca sevgiliyle konuşabilmek de büyük bir nimetti. USB girişinde temassızlık olduğunu de teslim alıp yola çıkınca fark ettim. Telefonu şarj etmek hep aklımın bir köşesinde dert olarak kaldı. Çözüm olarak da harici bataryalarımın ikisini de yanıma aldım. Mola verdiğim yerlerde harici bataryaları şarj ettim.
Cumartesi sabahı önce kızımı sevip sonra yola çıkacaktım. Ufaklığın uyanmasını beklediğim için yola planladığımdan daha geç çıkabildim. Bu nedenle Şile’ye kadar oyalanmadan yola devam ettim. Şile merkezi de daha önce gördüğüm için Şile Merkez’e de girmedim. Ağva yolundayken Saklı Göl tabelasını görünce oraya gitmek için ana yoldan çıktım. Köylerin arasından giden keyifli bir yoldan geçerek Saklı Göl mesire yerine geldim. Yapay bir göledin etrafında piknik masaları vardı. Sadece masa ücretinin 30 TL olduğunu görünce arabayı bile durdurmadan oradan ayrıldım. İstanbul’dan gelen beyaz yakalıları organik ve doğayla içiçe söğüşlemek için yapılmış bir yere benziyordu. Yol üzerinde köylülerin işlettiği gözlemecilerden bir tanesinde karnımı doyurmak için mola verdim. Gözlemenin gelmesini beklerken bazen kitap okudum bazen etrafı seyrettim. hesap ödeme zamanı geldiği zaman verdiğim parayı bozamadılar. 2-3 kilometre ötedeki markete gidip para bozdurdum geri döndüm. Yol üzerinde mandaları gördüm. Demek ki sulak bölge olduğu için manda yetiştiriyorlardı. Manda kaymağı bulabilseydim alırdım ama manda kaymağı satan bir yere rastlamadım.
Normalde Ağva yolunda mola verdiğim bir kaç yer olmasına rağmen yolum uzun olduğu için hiç mola vermeden yoluma devam ettim. Yeşilin, sarının ve kahverenginin her tonu bana eşlik ediyordu. Ağva'ya girişte Göksu deresi kenarında akşamın son ışıklarıyla bir kaç fotoğraf çekerek Kandıra yoluna saparken aklımda hep sevgili de bu gezide bana eşlik etseydi düşüncesi vardı. Aşkıma telefonla söz vermiş olsam da buradan da yazıyorum. Bu güzergah en yakın zamanda Asenamla da gidilecek.
Kandıra yolunda ilerlerken batmaya hazırlanan güneşin son ışıklarını aynalarda seyrediyordum. Bir köyden geçerken bir köylü el kaldırdı. Normal şartlarda otostopçu almamak gibi bir huyum olsa da adamın güvenilir yüzünden dolayı aldım. Birkaç köy öteye gidiyormuş. Kandıra köyleri hakkında biraz sohbet ettik. Köy kahvesinde abinin ısmarladığı çayı içtikten sonra Kandıra'ya doğru yoluma devam ettim.
Biraz da iğrençleşelim. Kandıra yolunda taze inek fışkılarının üzerinden geçerken çıkan ses hoşuma gittiği için bol bol inek fışkısı üzerinden geçtim. Durduğum zaman arabanın rezil bir halde olduğunu fark ettim. Arabanın halinden utanıp teslim etmeden önce yıkatmayı düşünürken ertesi gün yağmur yağdığı için araba pırıl prıl olmuştu.
Kefken'e vardığımda gecenin karanlığı çökmüştü. yolculuk planlarımı revize ederek Kefken'de konakladım. Bir kahvede oturup çay içerken rakı balık için nereyi tavsiye edeceklerini sordum. Liman oteli tavsiye ettiler. Bir ufak açıp tekneden yeni indirilmiş çinekopları indirdim. Telefondan bana eşlik etmesi için Zeki Müren açtım. Bir taraftan da sevgiliyle konuşuyorduk. Kalkmadan önce son dubleyi fondipledim. Hızlı içmenin tesiri olarak son duble beni feci çarptı. Odaya çıkmadan önce başka bir masaya davet ettiler. Biraz sohbet ettim. İyice sarhoş olduğum için odaya zor çıkabildim. Sevgili uykusunun gelmesi nedeniyle odaya çıkınca sohbete devam edemedik.Otelde sıcak su olmayışı büyük bir eksiklikti. Kefken'de balıkçılar ve pazarlamacılar dışında yabancı olarak bir ben vardım.
Sabah erken saatte kalktıktan sonra Kefken çevresindeki plajları dolaşarak Kerpe'ye doğru yola çıktım. Kerpe'de yazıkçıların bıraktığı köpekler sevgiye hasret bir şekilde dolaşıyordu. Bir köpek kendisini zorla sevdirdi. Başını okşarken bana çok içli bakıyordu. Sahilde dolaşırken peşimde dolaşıyordu. Normalde köpek sevme huyum fazla yoktur. Biraz kediciyimdir ama bu kuçunun bakışlarına dayanamadım.
Kerpe'de kahvaltı yapacak yer ararken bir banka oturup sigara içtim. Kerpe Diem isimli mekanda çalışan bir abiyle tanıştım. Pazar sabahı saat çok erken olduğu için bütün mekanların kapalı olduğunu söyledim. Abi de kendisinin çalıştığı cafe ve restorana davet etti. Sabahın sakinliğinde güzel bir kahvaltı edip sohbeti koyulaştırdık. Daha sonra ben müsaade isteyip kalktım. Kerpe kayalıkları çok güzel gözüküyordu. Biraz fotoğraf çekip Karasu yoluna revan oldum.
Yol üzerinde Akçakoca Alp'in kabri vardı. Türk töresince diz vurup Kocaeli yarımadası fatihi Akçakoca Alp'i selamladım.Kaynarca sapağından saptıktan kısa bir süre sonra sağanak yağmur başladı. İlk başta İstanbul'a dönmeyi düşündüysem de bu kadar geldikten sonra Acarlar Longozu ve Karasu'yu görmeden dönersem yazık olur diye düşünerek son anda Karasu yoluna saptım. Acarlar Longozu'na geldiğim zaman çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. Yağmurun arabanın tavanındaki çaldığı nağmeyi dinlerek yağmur yavaşlayıncaya kadar arabada bekledim.
Yağmur biraz yavaşlayınca Acarlar Longozu'nu gezmeye başladım. DSLR'yi yağmurluğumun altında saklayıp büyülü kareler yakalayarak, yağmurun, suyun ve ağaçların verdiği huzurun tadını çıkardım. Acarlar Longozu ki hatunumu en çok özlediğim yer oldu. Keşke hatunum da yanımda olsaydı dedim. Acarlar Longozu'ndaki kafelerden birisinde yemek yedim, sevgiliyle bol bol konuştum ve kitap okudum. Karasu'da Sakarya Nehri'nin Karadeniz'e açıldığı yerde bir çay içip dönüş yolculuğuna başladım. Benzin almak için uzun bir süre opet aradıysam da son 10 km kalınca TEM üzerinde OPET bulamayacağımı ve Mehmetçik Vakfı tesislerine benzinin yetişmeyeceğini anlayıp Şekerpınar'dan çıktım. son 2 km kala bir benzinlik bularak yakıt aldım. O esnada bir taktik hata yaparak tekrar TEM'e dönmek yerine E-5'ten gitmeyi tercih ettim. Tuzla'ya yaklaşırken meşhur İstanbul trafiği bana merhaba diyordu.
Eski mahallede bir dürüm yedikten sonra sevgiliyle evde rahat rahat konuşmak için acele ederken ufak bir kaza atlattım. Sonunda aracı havalimanına teslim edip eve dönmek için otobüse bindim.
Etiketler:
Acarlar Longozu,
Ağva,
Avis,
Ford Fiesta,
Karasu,
Kefken,
Kerpe,
parafly,
Saklı Göl,
Şile,
yolculuk
9 Ekim 2015 Cuma
Yeni bir yolculuk
Bu hafta sonu araç kiralayarak biraz kendimi yollara vurmayı
düşünüyorum. Yeni yerleri gezmek ve fazla trafiğin olmadığı yollarda kendimle
baş başa kalmak bana terapi etkisi yaptığı için arada sırada kendimi yollara
vuruyorum. Daha önceki İzmir çıkışlı Didim-Bafa Gölü seyahatinden ve
Ayvalık-Çanakkale gezimden bazı anılarımı Blogda yayınlamıştım. Aynı şekilde
tatilde de yollarda olmaktan büyük zevk alıp 6 günde 2 bin km yolculuk
yapmıştım. Bu gezilerde en çok keyif aldığım bölüm hep fazla aracın olmadığı
yolun ormanlardan, deniz kenarından veya dağlardan geçtiği bol virajlı
kesimlerdi. Otoyol ve düz yollarda sıkıntıdan patlıyordum.
Bu hafta sonu Şile, Ağva, Kerpe, Kefken üzerinden Karasu’ya
ulaşıp Sakarya’nın Karadeniz ile buluştuğu yerde bir rakı balık keyfi yapmayı
planlıyorum. Ertesi gün Acarlar Longozu ve yakın çevreyi gezerek sahilden
Akçakoca’ya uğrayıp dönüşe geçmeyi düşünüyorum. Bu gezide bol bol foto çekip Karadeniz’e
sonbaharın gelişini izlemeyi hayal ediyorum.
Sevgili ruhuyla sağ ön koltukta
bana eşlik edecek.
30 Eylül 2015 Çarşamba
Sevgiliyle Bir Akşam Sefası
22.09.2015
Evi satma, yeni ev bulma, taşınma ve yerleşme telaşından
uzun zamandır günlüğü güncellemeye zaman bulamıyordum. Son zamanlarda şehir
içindeki ufak gezintileri seyir defteri serisi altında veriyordum. Bu akşama
ise ayrı bir sayfa ayırmak daha anlamlı olacak.
Latmos Dağı’nın eteklerinde Bafa Gölü kıyısında Selene’mi
ararken yaptığım yakarışların ilahi bir cevaba ermesinin mutluluğunu ve
Aşiyan’da uyuyan ervahın himmetiyle tanıştığım o kutlu gecenin hikayesini
tasvire kelimeler yetmeyecek. Gönlümün Tanrıça’sını bulması ve tanıması faslını
kısa kesip ayın hilalden ilk dördüne döndüğü bu geceyi anlatmaya başlasam iyi
olacak.
Günlük işleri halledip eve döndükten sonra ablamla kısa bir
alışverişe çıkmıştık. Alışveriş sonrasında minibüse binerek aldıklarımızı eve götürürken
kendi yükümün fazla olduğunu düşündüm. Ablamın eviyle benim evim arasındaki
yokuş biraz gözümde büyüdü. Minibüsten evimin önünde inip arabayı çalıştırdım.
Ablamı bıraktıktan sonra Boğaz’da bir gezintinin ve güzel bir yerde çay içmenin
keyifli olacağını düşünerek Kanlıca’ya doğru yola çıktım. Kanlıca’ya giderken
yol boyunca Ay Tanrıçası Selene’m ile telefonda sohbet ederken yol üzerindeki
Göksu, Körfez ve Mihrabad için yazılmış üç şarkıyı Asena’m ile paylaştım.
Şarkıların, İstanbul’un ve Yahya Kemal’in şiirleri hakkında
ettiğimiz sohbet, bir önceki gece paylaştığımız Neva Kâr ve İsmail Dede Efendi’nin
Ferahfeza Mevlevî Ayin-i Şerif’i üzerine devam etti. Hayattan, gelecekten ve
tarihten konuşurken yar ile meclisimiz Hüseyin Baykara bezmine benzemişti.
Ancak iki tane eksiğimiz vardı. Yar, dizimin dibinde oturup sakilik yapamıyordu
ve soframızda sadece çay vardı. Bu sohbeti yarın akşam rakı ile tekrarlamaya
ahd ü peyman edip kitap okumaya başlamaya çalıştık. Ancak sohbetin lezzetinden
kitap okumaya başlamamız epeyce zaman aldı. Yanımda küçük çanta olduğu ve o
çantaya sığacak kitaplar taşınma esnasında kolilerde kaldığı için telefondan
Huzur’u açtım. Mümtaz’ın evinde dostlarını ağırladığı gecenin anlatıldığı
bölümde kalmıştım. Ferahfeza Ayin-i Şerif’in Mümtaz’da ve bezmdekiler
üzerindeki tesirinin tasvir edildiği sayfalar ve bizim Yar ile yaptığımız
sohbetin denk gelmesi güzel bir andı.
" Sofa duanın denizinde çalkalanan büyük bir gemi olmuştu. Herkes tanıdığı sahillere, kendi ömrünün sahillerine, son ışıklarını dağıtan bir güneşi selamlar gibiydi. Mümtaz hiç duymadığı cinsten bir kendinden geçişle bu güneşe ve etrafa bakıyordu. İki adım ötesinde oturan Nuran'ı ebediyen kaybedecekmiş gibi korkuyordu; Neyin rüzgarı o kadar kendilerini geniş mekana dağıtmak üzereydi. Bu bir nevi rüya idi. Ve her rüyayı hazırlayan ilk uykularda olduğu gibi, tesirini şuurun kendisi üzerinde yapmış, benliği dağıtmıştı. Fakat bu dağılış da tam değildi. Eserin kumaşı dalga dalga açıldıkça Mümtaz bu inkıraz dehasının ne olduğunu anladı. Ne Abdülkadir-i Meragi'nin segahkarında, ne Itri'nin naatında, ne de bir akşam Ahmet Bey'in evinde bir tesadüfle kendi ağzından dinlediği Isfahan bestede -yine Itri'nin- bu ayinin içten
yakalıyan ürpermesi yoktu. Onlar kendi üstlerine toplanmış büyük ruh kudretiyle ve sağlam mimarileri içinde, hiç şaşırmadan Allah'ı veya ideali arayan, veya ruh macerasını nakleden eserlerdi. Adeta dikine uçuyorlardı. Burada ise ameliye iki türlü idi. Ruh ayrılmağa çabaladığı alemini bir türlü bırakmıyordu. Bu şüphe değildi; aşkın eksikliği de değildi. Sadece iki ayrı rüzgarda birden çırpınmaktı.
Bir an Mümtaz'a öyle geldi ki, Tevfik Bey'in sesi, Emin Dedenin neyi ile girdiği yarışta bu iki rüzgardan birini tutuyordu. Çünkü onun eski ayin usulüyle okuduğu Ferahfeza, aynı bestekarın kendisine adeta sevme ve ıstırap çekme üslupları aşılayan öbür ferahfezalarından çok ayrıydı. Bu adeta söylendiği evin mimarisini bile yadırgayan bir şeydi. Belki Farisi metin, belki an'anenin kendisi, Tevfik Bey'in o kadar iyi tanıdığı sesini değiştirmiş, ona eski Selçuk camilerindeki çinilerin renklerini, içlerinde yollarını aydınlattıkları dualardan bir şey yanan kandilleri, eski rahlelerin zamanla aşınmış tahtalarını andıran bir tad vermişti. Halbuki neyin sesi ve üslubu eski ve yeni diye hiçbir şey tanımıyor, zamansız zamanın, yani cevher halinde insanın ve kaderin peşinde koşuyordu. Bununla da kalmıyordu. Çünkü zaman zaman neye ve insan sadasına çok derinlerden, adeta toprağın derinliğinden gelen kudumün sesi, o unutma ve unutulma dolu uyanış, -bin uykunun küllerini silkerek, yahut beş on medeniyetin arasından- kendini buluş karışıyordu. Ve bu uyanışlar, kendisini buluşlar hiç de beyhude olmuyordu.. Çünkü kudüm sesinde daima kadim dinlerin büyülü daveti vardı; onun ıttıradı, bu semavi yolculuğa adeta toprağa ait bir oluşun nizamını katıyordu.
Birinci selam son bir çırpınışta adeta sakatlanmış bir kanat gibi muallakta kalan bir nağme ile bitti. Nuran Mümtaz'ın gözlerini aradı, birbirlerini tanımıyormuş gibi bakıştılar. Daha şimdiden musıki onları birbiri için -tıpkı rüyalarımızda olduğu gibi- yalnız görenin tanıdığı bir hayal haline getirmişti. Mümtaz, -bu garip!- diye düşündü. "
Huzur’dan iki ekran görüntüsü paylaştıktan sonra yağmurun
başlamasıyla Kanlıca’dan kalkarak eve dönmek için yola çıktım. Arabanın camlarına büyük damlalar halinde vuran
yağmur damlaları ve usulca çalan eski musiki bana yol boyunca eşlik ettiler.
Gece bitmesin, yol bitmesin dileyerek trafiği engellemeyecek kadar aheste araba
kullandım. Boğaz, yağmur ve gönlümde sevgilinin hayaliyle yaptığım dönüş
yolculuğunun bana hissettirdiklerini anlatmak yerine tasviri musikiye bırakmak
istiyorum. Arabaya binmeden önce Ezginin Günlüğü’nün “Teninle Konuşmak”
şarkısında geçen “Yağmurlu günlerde seviş benimle” dizesi gönlüme düştü.
Yol boyunca benim için endişelenen sevgilinin ben evde yapılması
gereken işlerle uğraşırken uyuyakalması bu gecenin belki de tek buruk yanıydı.
Eve geldikten sonra da sohbete devam etmek isterdim.
22 Ağustos 2015 Cumartesi
Seyir Defteri 4
Geçen hafta Gidelim Göksu'ya bir alem-i ab edelim diyerek Seyir defterine bir virgül koymuştuk. İstanbul'un sıcaktan bunaldığı o hafta sonunda Boğaziçi'nde tatlı bir rüzgar vardı. Anadolu Hisarı'nda bu fotoğrafı çektiğim yerde epeyce bir süre durup rüzgarın tadını çıkardım.
Öğleden sonra Nedim'in bir söz dedi canan ki keramet var içinde diye başlayan gazelinin atmosferinde yaşadım. Önce bir gün önce ihvan ile içtiğim meyi hatırladım. Mukassi görünen meyhanede asıl lezzetin sohbet olduğunu bir kere daha tasdik ettim. Yeniköy'de gördüğüm Mercedes CLK içindeki hatun için de o üç çifte kayık beytini değiştirip söyledim. Göksu'dan bahsetmesi de ayrı bir güzellik olmuş.
GAZEL
Bir söz dedi cânan ki kerâmet var içinde
Dün giceye dair bir işaret var içinde
Meyhâne mukassi görünür taşradan ammâ
Bir başka ferah başka letâfet var içinde
Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım
Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde
Olmakta derûnunda hevâ âteş- i Sûzan
Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde
Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde
O gün çektiğim fotoları da paylaşmak istiyorum.
19 Ağustos 2015 Çarşamba
Seyir Defteri 3
16.08.2015
Seyir defteri 2’de önceki akşam ihvan ile meclis-i Hüseyin
Baykara’yı toplayıp evvel giden ahbabı yâd ettikten sonra bir arkadaşın
misafiri olduğumu ve sabah arkadaş uyandıktan sonra gezmek için dışarı
çıktığımı söylemiştim.
Misafir olduğum ev Üsküdar Sultantepe’deydi. Çengelköy’e
kadar yürüyüş yapıp Çınaraltı’nda kahvaltı yapma düşüncesiyle yola revan oldum.
GPS üzerinden ne kadar yürüyüş yaptığımı ölçmek için Runtastic uygulamasını
çalıştırdım, kulaklıkları taktım ve yürümeye başladım. Kuzguncuk’a geldiğim
zaman bunca aydır derdimi dinleyip kahrımı çeken ehl-i hak dostun bir iş için
Üsküdar’a geleceğini öğrendim. Bir çay içme fırsatı olduğunu öğrenince yürüyüşe
sonra devam ederim diyerek Üsküdar’a geri döndüm.
İnanç dünyası olarak o kadar farklı olsak da ne zaman
dertlensem derdimi dinleyen dost ile çay içip sohbet etmek gecenin yorgunluğunu
atmama yardımcı oldu. Sohbetin temel konusu dinciyle dindar arasındaki fark ve benim
kısmetsizliklerimdi. Akşam memlekete gideceği için dostun zamanı sınırlı
olduğundan fazla oturamadık. Yarım kalan yürüyüşe devam etmek için Üsküdar’dan
yola çıktım. Hazır o tarafa gelmişken ablamı da arayıp onu da evden çıkmaya
ikna ettim ve Anadolu Hisarı’nda buluşmak üzere sözleştik.
Bu arada ufak bir detay, müezzinlerin çoğu ve diyanet ezan sesi yüksekliği ile dindarlık arasında bir korelasyon olduğunu düşünüyor. Çoğu camide ezan 100 desibelin üzerinde okunuyor. Bir korelasyon varsa bile münafıklık ve riya ile ezan sesi yüksekliği arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Bu arada ufak bir detay, müezzinlerin çoğu ve diyanet ezan sesi yüksekliği ile dindarlık arasında bir korelasyon olduğunu düşünüyor. Çoğu camide ezan 100 desibelin üzerinde okunuyor. Bir korelasyon varsa bile münafıklık ve riya ile ezan sesi yüksekliği arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Gidelim Göksu’ya bir alem-i ab edelim şarkısı eşliğinde
Anadolu Hisarı’na doğru yola çıktım. Eski zamanlarda İstanbul’un en gözde
mesire yerlerinden bir tanesi olan Göksu deresi çarpık yapılaşmanın etkisiyle
eski güzelliğini kaybetmiş olsa da yine de çok güzeldi. Ablamın gelmesini
beklerken Anadolu Hisarı sokaklarında foto safariye çıktım. Sonrasında Küçüksu
Kasrı’nın yanındaki kafeye oturup sosyal medyada biraz vakit geçirdim. İskeleden
motorlar Emirgan’a geçmeye ve Emirgan’dan Yeniköy’e kadar gezmeye karar verdik.
To be continued...
Seyir defteri 2
15.08.2015
Deniz Müzesi’nden çıktıktan sonra
Beşiktaş’ta Balkan Lokantasında zeytinyağlılara olan hasretimi giderdim.
Enginar’ı çok özlemişim.
İhvan ile buluşmadan önce eski günleri
yâd etmek ve boğazın güzelliğini seyretmek için Boğaziçi Üniversitesi kampusunu
gezmeyi düşünüyordum ancak son yaşanan tecavüz girişiminden sonra kapıda kimlik
kontrolleri çok sıkı yapılıyordu. Bu nedenle içeri giremedim. İhvanın gelmesini
çay içerek bekliyordum. Sonra ilk gelen arkadaşlarla birlikte Şükrü Baba’ya
doğru yola çıktık. Nedim’den bir beyit ile ilk izlenimimi anlatayım.
Meyhane mukassi görünür taşradan amma,
Bir başka
ferah başka letafet var içinde.
Nedim'in bu gazelini Münir Nurettin'den dinleyerek devam edelim.
Şükrü Baba’ya ilk girdiğimdeki içerisi basık ve kasvetli gözüküyordu.
Pek de cazip bir ortam yoktu. Şükrü Baba’nın yeriyle ilgili geliştirilmesi
gereken yön olarak müzik konusunda daha klasik eserler çalınabilirdi. Mezeleri
ve kaşarlı mantarı harikaydı.
Ancak ihvanın gelmesi ve ilk büyüğün açılmasıyla Hüseyin Baykara
sohbeti başlamış oldu. Masada otururken herkes konuşan kişiyi dinliyor ve
masada tek gündem oluyordu. Bazen ufak mısralar okunuyor, bazen siyaset
konuşuluyordu. Sohbeti meze yaparak o gece kendi limitlerimi biraz zorlamıştım.
5 dubleden sonra devrilmeden Bebek Sahili’ne indim. Cilasını Aşiyan’da yaparken
banklarda oturup boğazı izliyorduk. Herkes yanındaki ile farklı konulardan
bahsediyordu. Ben de bir taraftan sohbet edip bir taraftan da telefondan Neva
Kâr dinliyordum. Yan bankta oturan ihvandan bir dost kendi sohbetini bırakıp
Neva Kâr’ı tanıdı. Yahya Kemal’den Itri şiirinden birkaç mısra okudu. Neva Kâr’ın
güftesini de okuduk. Boğaziçi tarafına gezmeye geleceğim için evden çıkarken
Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz isimli eserini almıştım. Itri şiirini dost okudu
ardından Mevsimler şiirini ben okudum. Aşiyan’da uyuyan ehibbaya selam olsun
dedikten sonra artık dağılma zamanı gelmişti.
Itrî
…
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.
Mevsimler
…
Güneş doğmadan mavileşmiş Boğaz'dan,
Neva-kar açılsın bütün ses ve sazdan,
Ufuklarda sürsün zafer musikisi.
O gece ilk defa tanıştığım bir arkadaş beni misafir etme nezaketini
gösterdi. Onun evinin balkonunda biraz sohbet ettikten sonra sabaha doğru
yatağa geçtim.
O kadar içmeme rağmen sabah 9.30 civarında kalkmayı başardım.
Arkadaşın uyanmasını bekleyip vedalaştıktan sonra Pazar sabahı gezisine
başladım.
Seyir Defteri -1
Ufak hafta sonu gezilerini bir seyir defteri haline getirmemin ileride hatırlamak açısından faydalı olacağını düşünüyordum. İlk jurnali yazmaya başlıyorum.
Seyir defterinin bir sonraki sayfasında buluşmak dileğiyle
15.08.2015
Öğlene doğru ancak kalkıp evden çıkmıştım. O akşam ihvan ile Şükrü Baba'ya gidip saki parıldasın deme zamanı gelene kadar ilk önce Beşiktaş'ta Deniz Müzesi'ni gezmek istedim. Deniz Müzesi'nin önünden çok geçmişliğim vardı ancak hep bir koşturma halinde olduğum için uzun zamandır gidememiştim. Fotoğraf çekmek için de ücret istenmesi üzücüydü. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın amatör çekimlere izin vermesini temenni ederek müzeyi gezmeye başladım. Müzenin hediyelik eşya ve kitap satışı yapılan bölümünde denizcilikle ilgili çok nadide eşyalar ve kitaplar satılıyordu. O bölümde epeyce gezdim ancak yolum uzun olduğu için fazla alışveriş yapamadım. Yükümün az, yolumun kısa olduğu bir günde gelip denizcilikle ilgili kitapları yağmalamaya ant içerek müzeyi gezmeye devam ettim.
Deniz müzesinin yeni binasında bir Osmanlı kalitası ve çeşitli saltanat kayıkları sergileniyordu. Saltanat kayıklarının zarif işlemeleri çok etkileyici olsa da bir deniz sefası için fazlaca şatafatlı geldi. Belki de kayıkların 19. yy sonu 20.yy başındaki Osmanlı'nın en uzun asrına ait olmasından dolayı şatafat abartılı geldi. Duvarlarda çeşitli Osmanlı sefinelerinin maketleri sergileniyordu. Maketlerde sadece gövde bölümünün olması ve yelken donanımının eklenmemesini bir eksiklik olarak algıladım. Ertuğrul Fırkateyni'nin son seferine ilişkin hatıraların sergilendiği salonda çok hüzünlendim. Çanakkale Savaşı bölümünde Bağbuğ Mustafa Kemal'in bir balmumu heykeli vardı. Türk töresince diz vurup selamlamak istesem de yadırganabileceğini düşünerek ima ile diz vurur gibi yaparak selamladım.
Seyir defterinin bir sonraki sayfasında buluşmak dileğiyle
14 Ağustos 2015 Cuma
Knidos, Palamutbükü, Eski Datça ve Datça üzerine hatırlamalar
Geçtiğimiz günlerde Twitter'da altına imzamı atacağım bir tweet serisine denk geldim. Tweetlerde insanın bir sığınağının olması ve bu sığınağa kafasını dinlemek için gitmesi gerektiğini ve asla sevgiliyle oraya tatile gitmemesi gerektiğinden bahsediliyordu.
Bu girizgahtan sonra rakımdan bir yudum alıp Datça yarımadasını gezerken hissettiklerimi yazmaya başlayabilirim. Datça'ya 16 yaşındayken ailemle gitmiştim. O zamanlar Milli Eğitim'in Datça'nın yukarı kısımlarında havuzlu bir eğitim kampı vardı. 20 yıl sonra Datça'ya tekrar yolum düştüğü zaman bazı özelliklerinin değiştiğini, bazı yönlerinin ise bozulmadan kaldığını görmek hem sevindirdi hem de şaşırttı. Yıllar önce gittiğim zaman Datça'nın yolları çok dardı ve büyük otobüsler gitmekte zorlandığı için Marmaris'te midibüslere geçiliyordu. yol biraz olsun genişletilmiş ve virajları hafifletilmişti. Datça yolunun hala virajlı kalmasına sevindim. Her isteyenin gelmesini önleyen doğal bir savunma oluşturuyor. Bu sayede Datça yarımadasının güzelliği bozulmadan korunabiliyor ve kitle turizmine kurban edilmeden kalıyor.
Balıkaşıran denilen Datça Yarımadası'nın en dar yerinden geçerken bu mevkinin mitolojik öyküsünü yad ettim. Asırlar önce Persler Anadolu'ya saldırdıkları zaman Datça'nın en ucundaki Knidoslular şehirlerini korumak için çareler düşünmeye başlamışlar. Balıkaşıran'da bir kanal açarak Datça Yarımadası'nı bir adaya çevirmeyi düşünmüşler. Kahinlere danışmışlar. Kahinler böyle bir kanal açmamaları söyleyince kanal açmaktan vazgeçip Perslere teslim olmuşlar.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Tek başıma yolculuk yapmadığım için her istediğim yerde duramadım. İçinde hep bir yerlere yetişme kaygısı taşıyan insanlarla yola çıkmamak gerekiyormuş. Bu tatilden aldığım en önemli derslerden birisi de bu oldu.
Aktur Datça'nın önünden geçerken bir anda manzaranın güzelliğine hayran oldum. Burası da neresiymiş diye bakarken Aktur olduğunu gördüm. Çeşitli büyüklüklerde villalarda ailece huzurlu bir tatil yapmak için Aktur'da kalabilirsiniz. Gece hayatı arayışındaysanız Datça Aktur'un sükun demek olduğunu unutmayın. Datça Aktur'un web sitesini de paylaşayım.
Knidos
Knidos'a kadar hiç durmadan yolumuza devam ettik. Datça merkezine dönüşte girmeyi düşündüğümüz için Knidos ayrımından saptık. Knidos yolu Datça yolundan daha dar ve virajlıydı. Bazı yerleri mıcırla kaplıydı. Tehlikeli bir yol olduğu için dikkatimizi yola vererek araç kullandık. Arkadaş nereye getiriyorsun bu yoldan diye epeyce söylendi ancak Knidos'u uzaktan gördüğü zaman bütün söylenmelerini geri aldı.
Knidos'un iki tane limanı vardı. Askeri amaçla kullanılan limanın dalgakıranı ve savunma kuleleri sağlam kalsa da ticari limanda eski zamanlardan fazla bir şey kalmamıştı. Bu nedenle ticari limanın olduğu koya tur teknelerinin yanaşacağı bir iskele yapılmıştı. Bir çay içtikten sonra turkuaz renkli denizin tadını çıkarmayı biraz erteleyerek Knidos'u gezmek için yerimizden kalktık. Depremler ve savaşlar nedeniyle ayakta fazla eser kalmamış olsa da eski şehri ve o şehirdeki hayatın nasıl olduğunu hayal ederek kalıntılar arasında gezdim. Epeyce büyük kertenkeleler vardı.
Apollon Tapınağının kalıntılarında Ey ışık saçan Apollon yolumu aydınlat dedikten sonra kenti gezmeyi bitirdim. Antik çağda Knidos'taki Afrodit heykeli meşhurmuş. Şimdi o heykel kayıp. belki bir yerlerden çıkar diye ümit ediyorum. Knidos'un simgesi olan Knidos Aslanı heykelini zamanında İngiliz arkeologlar bir bir gemiye yükleyip ülkelerine götürmüşler. Anadolu'dan kaçırılan veya Osmanlı'nın bilinçsizce verdiği izinlerle yurt dışına çıkarılan pek çok eser gibi bu heykel de British Museum'da sergileniyor. Knidos Aslanı'nın hikayesine bağlantıdan erişebilirsiniz.
Sonrasında kendimizi Knidos'un turkuazdan maviye, maviden laciverde dönüşen berrrak sularına bırakarak bütün yorgunluğumuzu attık. Knidos'ta epeyce yüzdükten sonra iskeleden çıkmak için merdivenlere yöneldim. İskelenin çok kaygan olması ve merdivenlerden çıkarken tutunacak bir şey olmaması nedeniyle epeyce zorlandım. O iskelenin daha güvenli hale getirilmesi gerekiyor. Knidos fotoğraflarını yüklemeyi epeyce bekledikten sonra nihayet bitirdim.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/Ddg949
Palamutbükü
Knidos turunu tamamladıktan sonra öğle yemeği için Palamutbükü'ne doğru yola çıktık. Palamutbükü sahilinde arabayla bir kaç tur attıktan sonra güzel bir çardağa oturup yemeğimizi yedik. Yemekten sonra denize girmeyi düşünsem de esen tatlı rüzgar, hafif bir müzik ve yemeğin rehavetiyle uyumayı tercih ettim. Sinekler ve sinek taklidi yapan arkadaşa rağmen 2 saat kestirmeyi başardım. Palamutbükü'nde denizin berraklığına hayran kalsam da o anda uyumak daha çok ilgimi çekiyordu.
Datça'da ilk anlar
Knidos ve Palamutbükü seferinden sonra Datça merkeze geldiğimizde ilk önce etrafı keşfetmek için arabayla birkaç tur atmayı tercih ettik. Sonra park yeri arayışına başladık. Bir kaç denemeden sonra bir park yeri bulduk. Sahilde kısa bir tur attıktan sonra hediyelik eşya almak için bir dükkana girdik. Çok güzel tasarımları vardı. Bize Eski Datça'ya gitmemizi önerdi. Rakı Balık için nereyi önerdiğini sordum. Kekik isimli lokantanın güzel olduğunu sordu. Birkaç parça hediyelik eşya aldıktan sonra Eski Datça'ya doğru gitmek için. arabaya tekrar park yeri aramamak için taksiyi tercih ettik.
Eski Datça
Eski Datça sanki masallardan arta kalmış gibiydi. Taş evler ve duvarlarda binbir çiçek ile gezmekten büyük keyif aldığımız bir yer oldu. Eski Datça'da gezerken taş evlerdeki hediyelik eşyaların büyüsüne kapıldım. Karia Silk isimli mağazada çok güzel ürünler vardı. Gidecek olanlara tavsiye ederim. Can Yücel'in yaşadığı evi ziyaret etmek istediğimizde saatin geç olmasından dolayı kapalıydı. Biraz bahçeyi yoldan fotoğrafladım. Eski Datça sokaklarında bol bol fotoğraf çektikten sonra bir sokakta yaseminlerin kokusunu aldım. Kokunun kaynağını aramak için çevreme baktığım zaman solmak üzere olan begonvillerin arasında yaseminlerin muhteşem kokularıyla saltanatlarını ilan ettiğini gördüm. O an gerçekten çok mutlu olduğum anlardan bir tanesiydi. Eski Datça sokaklarında dolaşmaya devam ederken sokak bir anda kontrbasın çaldığı namelerle yankılandı. Müziğin kaynağını aramaya başladık. Bir taş evin bahçesinden geliyordu. Yüksek lisans dersi varmış. O sokağın verdiği hazla sarhoş olarak artık Datça sahiline inme zamanının geldiğini anladım. Gelirken geldiğimiz taksiyi çağırırken Eski Datça'daki tarihi kahvede bir çay içmeye karar verdik. Bir taraftan da anasonun beni çağırdığını damarlarımın en uçlarında hissediyordum. Eski Datça'ya bu nedenle veda ederken bu sefer ben aculluk yapıyordum.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/k00mSP
Rakı Balık Datça
Datça sahiline gelince akşamın güzelliğine rağmen fazla fotoğraf çekmeden beni çağıran Rakı Balığın peşine düştüm. Kekik'te kumsal ile denizin birleştiği, dalgaların okşadığı yerdeki masalar dolmuştu. Rezervasyon yaptırmak gerektiğini bilmiyordum.
Kaldığımız otelde resepsiyonda çalışan beyfendi oğlunun Datça'da şef olarak çalıştığını söylemişti. Gökhan Bey'in numarasını yanımıza almayı unutmuşuz. Ancak Kekik'in garsonlarına sorarak Gökhan Bey'in yan taraftaki Datça Restoran'da çalıştığını öğrendik. Onunla tanıştık. Bize güzel bir masa ayarladı. 20'lik rakı sipariş ettikten sonra mezelerden ufak ufak başladık. Arkadaş alkol kullanmayan cinsinden olduğu için rakı sofrasında muhabbet istediğim kıvamda olmasa da rakı, balık ve zeytinyağlılar muhteşemdi. Kabak çiçeği dolmasını da uzun bir süre sonra tekrar yeme fırsatı bulmuştum. Hesap yediklerimize göre son derece uygundu. Bu sefer arkadaş Marmaris Barlar sokağına gitmek için sabırsızlanıyordu ve restoranın ikramı olan sufle neredeyse boğazımızda kalarak çay kahve bile içmeden yola revan olduk. Datça Marmaris arasındaki virajlı yollarda arkadaş arabayı kullanıyordu. Marmaris'e vardığımızda barlar sokağına gidecek enerji kalmamıştı.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/3R6js4
Fotoğrafları da yüklemeyi başardım.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Tek başıma yolculuk yapmadığım için her istediğim yerde duramadım. İçinde hep bir yerlere yetişme kaygısı taşıyan insanlarla yola çıkmamak gerekiyormuş. Bu tatilden aldığım en önemli derslerden birisi de bu oldu.
Aktur Datça'nın önünden geçerken bir anda manzaranın güzelliğine hayran oldum. Burası da neresiymiş diye bakarken Aktur olduğunu gördüm. Çeşitli büyüklüklerde villalarda ailece huzurlu bir tatil yapmak için Aktur'da kalabilirsiniz. Gece hayatı arayışındaysanız Datça Aktur'un sükun demek olduğunu unutmayın. Datça Aktur'un web sitesini de paylaşayım.
Knidos
Knidos'a kadar hiç durmadan yolumuza devam ettik. Datça merkezine dönüşte girmeyi düşündüğümüz için Knidos ayrımından saptık. Knidos yolu Datça yolundan daha dar ve virajlıydı. Bazı yerleri mıcırla kaplıydı. Tehlikeli bir yol olduğu için dikkatimizi yola vererek araç kullandık. Arkadaş nereye getiriyorsun bu yoldan diye epeyce söylendi ancak Knidos'u uzaktan gördüğü zaman bütün söylenmelerini geri aldı.
Knidos'un iki tane limanı vardı. Askeri amaçla kullanılan limanın dalgakıranı ve savunma kuleleri sağlam kalsa da ticari limanda eski zamanlardan fazla bir şey kalmamıştı. Bu nedenle ticari limanın olduğu koya tur teknelerinin yanaşacağı bir iskele yapılmıştı. Bir çay içtikten sonra turkuaz renkli denizin tadını çıkarmayı biraz erteleyerek Knidos'u gezmek için yerimizden kalktık. Depremler ve savaşlar nedeniyle ayakta fazla eser kalmamış olsa da eski şehri ve o şehirdeki hayatın nasıl olduğunu hayal ederek kalıntılar arasında gezdim. Epeyce büyük kertenkeleler vardı.
Apollon Tapınağının kalıntılarında Ey ışık saçan Apollon yolumu aydınlat dedikten sonra kenti gezmeyi bitirdim. Antik çağda Knidos'taki Afrodit heykeli meşhurmuş. Şimdi o heykel kayıp. belki bir yerlerden çıkar diye ümit ediyorum. Knidos'un simgesi olan Knidos Aslanı heykelini zamanında İngiliz arkeologlar bir bir gemiye yükleyip ülkelerine götürmüşler. Anadolu'dan kaçırılan veya Osmanlı'nın bilinçsizce verdiği izinlerle yurt dışına çıkarılan pek çok eser gibi bu heykel de British Museum'da sergileniyor. Knidos Aslanı'nın hikayesine bağlantıdan erişebilirsiniz.
Sonrasında kendimizi Knidos'un turkuazdan maviye, maviden laciverde dönüşen berrrak sularına bırakarak bütün yorgunluğumuzu attık. Knidos'ta epeyce yüzdükten sonra iskeleden çıkmak için merdivenlere yöneldim. İskelenin çok kaygan olması ve merdivenlerden çıkarken tutunacak bir şey olmaması nedeniyle epeyce zorlandım. O iskelenin daha güvenli hale getirilmesi gerekiyor. Knidos fotoğraflarını yüklemeyi epeyce bekledikten sonra nihayet bitirdim.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/Ddg949
Palamutbükü
Knidos turunu tamamladıktan sonra öğle yemeği için Palamutbükü'ne doğru yola çıktık. Palamutbükü sahilinde arabayla bir kaç tur attıktan sonra güzel bir çardağa oturup yemeğimizi yedik. Yemekten sonra denize girmeyi düşünsem de esen tatlı rüzgar, hafif bir müzik ve yemeğin rehavetiyle uyumayı tercih ettim. Sinekler ve sinek taklidi yapan arkadaşa rağmen 2 saat kestirmeyi başardım. Palamutbükü'nde denizin berraklığına hayran kalsam da o anda uyumak daha çok ilgimi çekiyordu.
Datça'da ilk anlar
Knidos ve Palamutbükü seferinden sonra Datça merkeze geldiğimizde ilk önce etrafı keşfetmek için arabayla birkaç tur atmayı tercih ettik. Sonra park yeri arayışına başladık. Bir kaç denemeden sonra bir park yeri bulduk. Sahilde kısa bir tur attıktan sonra hediyelik eşya almak için bir dükkana girdik. Çok güzel tasarımları vardı. Bize Eski Datça'ya gitmemizi önerdi. Rakı Balık için nereyi önerdiğini sordum. Kekik isimli lokantanın güzel olduğunu sordu. Birkaç parça hediyelik eşya aldıktan sonra Eski Datça'ya doğru gitmek için. arabaya tekrar park yeri aramamak için taksiyi tercih ettik.
Eski Datça
Eski Datça sanki masallardan arta kalmış gibiydi. Taş evler ve duvarlarda binbir çiçek ile gezmekten büyük keyif aldığımız bir yer oldu. Eski Datça'da gezerken taş evlerdeki hediyelik eşyaların büyüsüne kapıldım. Karia Silk isimli mağazada çok güzel ürünler vardı. Gidecek olanlara tavsiye ederim. Can Yücel'in yaşadığı evi ziyaret etmek istediğimizde saatin geç olmasından dolayı kapalıydı. Biraz bahçeyi yoldan fotoğrafladım. Eski Datça sokaklarında bol bol fotoğraf çektikten sonra bir sokakta yaseminlerin kokusunu aldım. Kokunun kaynağını aramak için çevreme baktığım zaman solmak üzere olan begonvillerin arasında yaseminlerin muhteşem kokularıyla saltanatlarını ilan ettiğini gördüm. O an gerçekten çok mutlu olduğum anlardan bir tanesiydi. Eski Datça sokaklarında dolaşmaya devam ederken sokak bir anda kontrbasın çaldığı namelerle yankılandı. Müziğin kaynağını aramaya başladık. Bir taş evin bahçesinden geliyordu. Yüksek lisans dersi varmış. O sokağın verdiği hazla sarhoş olarak artık Datça sahiline inme zamanının geldiğini anladım. Gelirken geldiğimiz taksiyi çağırırken Eski Datça'daki tarihi kahvede bir çay içmeye karar verdik. Bir taraftan da anasonun beni çağırdığını damarlarımın en uçlarında hissediyordum. Eski Datça'ya bu nedenle veda ederken bu sefer ben aculluk yapıyordum.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/k00mSP
Rakı Balık Datça
Datça sahiline gelince akşamın güzelliğine rağmen fazla fotoğraf çekmeden beni çağıran Rakı Balığın peşine düştüm. Kekik'te kumsal ile denizin birleştiği, dalgaların okşadığı yerdeki masalar dolmuştu. Rezervasyon yaptırmak gerektiğini bilmiyordum.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/3R6js4
Fotoğrafları da yüklemeyi başardım.
Sonunda Datça seferini yazmayı tamamladım. Darısı diğer seferlerin başına.
7 Temmuz 2015 Salı
Has-bağçede 'ayş u tarab
Halil İnalcık'ın bu muhteşem eserini geçen hafta bitirmeye vasıl oldum. Kitabın ruhuna uygun bir şekilde bitirme merasimini düzenledim.
Bu muhteşem kitap üzerine yorum yapmak haddimi aşacağı için sadece bitiş merasimini yayınladım.
Ekleme,
İran, Hint ve Yunan etkisiyle Emevi döneminden itibaren saraylarda başlayan işret meclislerinin ve erkanının Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Timurî'lerdeki tezahürlerini anlatan bu muhteşem eserde eski sakiname ve siyasetnamelerden alıntılar bulunuyor. Bu alıntıları anlayabilmek için sağlam bir kelime haznesi gerekiyor. Kitabın sonunda küçük bir lügatçe olsaydı genel okuyucu için daha faydalı oluurdu.
Farsça beyitlerin tercümeleri de olsaydı ne kadar güzel olurdu.
25 Haziran 2015 Perşembe
Eski İstanbul'da Meyhaneler ve Meyhane köçekleri
Reşad Ekrem Koçu'nun tarihi belgelerden süzerek Eski İstanbul'u, meyhaneleri ve köçekleri anlattığı bu kitap geçmişin ruhunu dipnota boğmadan aktarıyor.
Büyükada'da Kartal Belediyesi'nin tesislerinde biramı yudumlarken Reşad Ekrem Koçu'nun kitabını kitabın ruhuna uygun bir atmosferde okumanın mutluluğunu yaşıyordum.
Büyükada'da Kartal Belediyesi'nin tesislerinde biramı yudumlarken Reşad Ekrem Koçu'nun kitabını kitabın ruhuna uygun bir atmosferde okumanın mutluluğunu yaşıyordum.
23 Haziran 2015 Salı
Neva Kâr
Hafız-ı Şirâzî'nin şiiri üzerine Buhurizade Mustafa Itrî Efendi'nin Neva makamında bestelediği muhteşem bestesi.
Ey muhterem kâri, bu besteyi dinlerken Neva Kâr'ın gönül dünyamdaki yerini kısaca anlatmaya çalışayım. 19-20 yaşındaydım bu besteyi tanıdığımda. İlk aldığım kasetlerden bir tanesiydi Münir Nurettin Selçuk'un Kalan Müzik'ten çıkan Arşiv Serisi albümüydü. O dönemlerde walkmanimden eksik etmediğim bir albümdü. Bir Ramazan gecesi sahurdan sonra kaldığım yurtta efkar basmıştı. Çeliktepe'den Beşiktaş sahiline kadar yürümüştüm. Gönlümde sevdanın yanıklığı. o zamanlar Ramazan'lar kışa denk geliyordu. Beşiktaş sahiline vardığım zaman güneş doğmak üzereydi. Bir fırtına sonrasının sukunetinde bulutlar yavaş yavaş dağılırken Walkman'e Münir Nurettin Selçuk albümünü takıp play tuşuna bastım. Üsküdar ve Çamlıca üzerinden güneş doğuyordu. Fırtına sonrasının son dalgaları kıyıya vururken Neva Kâr açılıyordu bütün ses ve sazdan.
Yahya Kemal'in dizeleri gönlümde yankılanırken Neva Kâr yükseliyordu bütün ses ve sazdan. O sabahın hatırasıyla yaşadım ömrümce. şimdi 15 yıl geçmiş olsa da o sabah ki hisleri hala dün gibi hatırlıyorum.
"Gün doğmadan mavileşmiş boğazdan
Nevâ kâr açsın bütün ses ve sazdan
Ufuklarda sürsün zafer musikisi "
Yahya Kemal'in Konservatuar'a giden yokuştan nefes nefese çıkıp da gelir gelmez gramafondan Neva Kâr'ı çaldırdığı rivayet olunur. Yahya Kemal'in şiirinin her mısrasında Itri'nin ve eski musikimizin izleri hissedilir.
Nevâ Kâr
Gülbün-i ‘îş mîdemet sâkî-i gül-izâr kû
Bâd-ı bâhâr mîvezed bâde-i hoş-güvâr kû
Her gül-i nev zi-gül-ruhî yâd hemî küned velî
Gûş-i sühan-şinev kucâ dîde-i i’tibâr kû
Meclis-i bezm-i ‘îşrâ gâliye-i meram nîst
Ey dem-i suph-ı hoş-nefes nâfe-i zülf-i yâr kû
Ey şâhed-i kudsî keşed bend-i nikâbet
Ve’y mürg-i behiştî ki dihed dâne vü âbet
Beste: Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi
Güfte: Hafız-i Sirâzî
Makam: Nevâ
Usûl: Nim Sakil (Eser Nim sakil usuluyle başlamakla birlikte eser içinde Sakîl, Devr-i Revân, Remel, Yürük Semâi, Devr-i Kebîr, Berefşân, Fer ve Muhammes usülleri de kullanılmıştır)
Read more: http://sarkilarnotalar.blogspot.com/2011/07/neva-kar.html#ixzz3dpLgTR62
Ey muhterem kâri, bu besteyi dinlerken Neva Kâr'ın gönül dünyamdaki yerini kısaca anlatmaya çalışayım. 19-20 yaşındaydım bu besteyi tanıdığımda. İlk aldığım kasetlerden bir tanesiydi Münir Nurettin Selçuk'un Kalan Müzik'ten çıkan Arşiv Serisi albümüydü. O dönemlerde walkmanimden eksik etmediğim bir albümdü. Bir Ramazan gecesi sahurdan sonra kaldığım yurtta efkar basmıştı. Çeliktepe'den Beşiktaş sahiline kadar yürümüştüm. Gönlümde sevdanın yanıklığı. o zamanlar Ramazan'lar kışa denk geliyordu. Beşiktaş sahiline vardığım zaman güneş doğmak üzereydi. Bir fırtına sonrasının sukunetinde bulutlar yavaş yavaş dağılırken Walkman'e Münir Nurettin Selçuk albümünü takıp play tuşuna bastım. Üsküdar ve Çamlıca üzerinden güneş doğuyordu. Fırtına sonrasının son dalgaları kıyıya vururken Neva Kâr açılıyordu bütün ses ve sazdan.
Yahya Kemal'in dizeleri gönlümde yankılanırken Neva Kâr yükseliyordu bütün ses ve sazdan. O sabahın hatırasıyla yaşadım ömrümce. şimdi 15 yıl geçmiş olsa da o sabah ki hisleri hala dün gibi hatırlıyorum.
"Gün doğmadan mavileşmiş boğazdan
Nevâ kâr açsın bütün ses ve sazdan
Ufuklarda sürsün zafer musikisi "
Yahya Kemal'in Konservatuar'a giden yokuştan nefes nefese çıkıp da gelir gelmez gramafondan Neva Kâr'ı çaldırdığı rivayet olunur. Yahya Kemal'in şiirinin her mısrasında Itri'nin ve eski musikimizin izleri hissedilir.
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.
Nevâ Kâr
Gülbün-i ‘îş mîdemet sâkî-i gül-izâr kû
Bâd-ı bâhâr mîvezed bâde-i hoş-güvâr kû
Her gül-i nev zi-gül-ruhî yâd hemî küned velî
Gûş-i sühan-şinev kucâ dîde-i i’tibâr kû
Meclis-i bezm-i ‘îşrâ gâliye-i meram nîst
Ey dem-i suph-ı hoş-nefes nâfe-i zülf-i yâr kû
Ey şâhed-i kudsî keşed bend-i nikâbet
Ve’y mürg-i behiştî ki dihed dâne vü âbet
Beste: Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi
Güfte: Hafız-i Sirâzî
Makam: Nevâ
Usûl: Nim Sakil (Eser Nim sakil usuluyle başlamakla birlikte eser içinde Sakîl, Devr-i Revân, Remel, Yürük Semâi, Devr-i Kebîr, Berefşân, Fer ve Muhammes usülleri de kullanılmıştır)
Read more: http://sarkilarnotalar.blogspot.com/2011/07/neva-kar.html#ixzz3dpLgTR62
22 Haziran 2015 Pazartesi
Bir Koşu Türkiye
Bu gece başka bir konuda yazmak için bilgisayarı açmışken bu videonun sihrine kapıldım.
İstanbul'u ve şehrin güzelliklerini farklı açılardan güzel çekimlerle anlatıyor. Tarihe ve doğaya bir yolculuk yapmak için İstanbul'u keşfetmek gerekiyor.
20 Haziran 2015 Cumartesi
Edirnekapı’dan Balat’a Doğru
Geçen hafta sonu evde oturmak yerine İstanbul’u gezmeyi
düşünüyordum. Hafta içinden başlayarak nereye gideceğime karar vermeye
çalışıyordum. Cumartesi sabahı Kariye Müzesine gitmeye niyetlenerek evden
çıktım. Doğma büyüme İstanbullu olup da
Kariye Müzesine hiç gitmediğim için kendimden utandım. Daha önce birkaç defa
niyetlenmiştim ama her seferinde yol üzerinde son dakikada karar
değiştirmiştim. Birkaç kere de kapanış saati olduğu için geç kaldığımı
hissederek gitmekten vazgeçmiştim.
Önce Şehitlik’te güllerin arasında uyuyan al bayrak için
kendisini feda etmiş yiğitlerin kabirlerini ziyaret ettim. Mehmet Akif Ersoy’un
kabrine de uğradıktan sonra yoluma devam ettim.
Şehitlikten çıkarken burnuma
bir koku geldi. Çok tanıdıktı ama bir anda hatırlayamadım. Başımı kaldırdığım
zaman manolyaların açtığını ve mahmur kokusuyla yazın geldiğini müjdelediğini
fark ettim. Havaların kötü gitmesinden dolayı yazın geldiğini anlayamamıştım.
Dallarda manolyaları gördüğüme çok sevindim.
Mihrimah Camii’ne gitmeden önce yol üzerindeki bir pastanede
oturdum. Mihrimah Camii yeni restorasyondan çıkmıştı. Biraz etrafında dolaşıp
içerisini gezdim. Yeni restorasyondan çıktığı için taşların pırıl pırıl
parlaması caminin bütün ruhani havasını götürmüş gibi geldi. Bir de ahşap
işçiliği olan ana kapısına yapıştırılan afişe sinir olmuştum.
Nur Yoldaş’ın
Mihrimah’ım şarkısı da orada aklıma geldi. Nur Yoldaş’ın sesi biraz fazla tiz olmasa
güzel şarkı aslında.
Kariye Müzesine giderken bir arkadaşa mesaj atmıştım. Müzeye
yaklaştığımda bana geri döndü. Kariye Müzesi de restorasyondaydı. Ana bölümü
kapalıydı ve dışında iskeleler kurulmuştu. Çok güzel freskler vardı. İstanbul’un
en eski kiliselerinden bir tanesini gezmek güzeldi. Çıktıktan sonra arkadaşı
müzenin karşısına oturup bekledim.
Huzurlu bir ortamı vardı.
Arkadaş ile birlikte Balat’a inmek için ara
sokaklardan yürümeye başladık. Yaklaşık olarak 5 kilometre yürümüşüz. Yol
üzerindeki Tekfur Sarayı ve Sinan eseri olan küçük bir cami restorasyondaydı.
Bir Rum kilisesinin bahçesini gezdik. Bahçenin uhrevi ve huzurlu ortamı vardı. Yeni
yapılan ve altında market olan camilerle kıyasladık. Mabed denildiği zaman
insanın aklına huzur gelmeli. Yol üzerindeki eski camilerin de çok güzel ve
huzurlu bahçeleri vardı.
Balat’ta çok güzel kafeler ve dükkanlar açılmıştı. Balat sokaklarında yürüyüp Fener Rum Patrikhanesine geldik. Patrikhanenin karanlık ve sakin bir ortamı vardı ama aşırı loşluk huzur vereceğine ürperticiydi. Bir de Rum Ortodoks Kilisesinin merkezi olduğu için süslemeler çok fazlaydı.
8 Haziran 2015 Pazartesi
jehan Barbur
Jehan Barbur sesiyle huzur bulduğum şarkıcılardan bir tanesiydi. 3 gün önce Maltepe Park AVM'de canlı konserini dinleme fırsatı buldum. Konser boyunca playback yapmadan şarkılarını canlı söylemesi ve güçlü sesiyle herkesi etkiledi. Ancak yine de AVM ortamının sterilliği nedeniyle konserde seyirci yeteri kadar coşkulu değildi. Bir gün sahne aldığı bir barda kendisini dinlemek istiyorum. O zaman şarkıların ruhuna girmek daha kolay olur. Sahnedeki dansları ve yüz mimikleri harikaydı.
P.S.: Jehan Barbour'a karşı temiz olmayan düşüncelerim var da şimdi detaylandırmasam daha iyi olacak:))
P.S.: Jehan Barbour'a karşı temiz olmayan düşüncelerim var da şimdi detaylandırmasam daha iyi olacak:))
Dalyan Deltası
Bülent Ortaçgil'in bu harika bestesini yıllar sonra Jehan Barbur'un sesinden keşfettim. Gönlüm Dalyan'ın sazlıkları gibi karışık duygular içinde olduğu dönemlerde bu şarkı hasretimi, aynı evde olup da farklı dünyalarda oluşumuzu anlatıyordu. Yıllar önce Sarıgerme'de tatildeyken Dalyan'a gelip bir tekne turu yaptığım günü ve o gün seyrettiğimiz caretta carettaları ve mavi yengeçleri hatırlatıyor bu şarkı.
Esir-i Zülfünüm
2 gün önce Kadıköy'den Moda ve Kalamış üzerinden Caddebostan'a yürürken sebepsiz olarak dilime takıldı. Esir-i zülfünüm ey yüzü mahım dedim.
3 Haziran 2015 Çarşamba
Gönlümle Oturdum da O Yerde
Yahya Kemal Beyatlı'nın Özleyen şiirinden Şekip Memduh Bey tarafından bestelenen bu şarkı dozunda dinlendiği zaman ilaç kıvamında ve giden sevgilileri unutturacak kuvvettedir. Doz aşıldığı zaman ise giden sevgililer hiçbir zaman unutulamaz ve geçmiş yazların hatırasıyla insan Yahya Kemal'in söylediği gibi hülya gibi koyda yalnız gezmeye başlar. En güzel icralarından bir tanesi Zeki Müren'e aittir. Lafı fazla uzatmadan tavsifi musikiye bırakma zamanıdır.
Şiirin yazıldığı tarih belli olmasa bile Yahya Kemal'in Celile Hanım'dan ayrıldığı dönemde yazdığı şiirlerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. Profesyonel tahmin dedikleri böyle bir şey. Bir zamanlar solcular ile dalga geçmek için Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım ile Yahya Kemal'in aşkını dilime dolardım. Türk şiirinin en güzel şiirleri o aşkın yaşandığı dönemlerden veya ayrıldıktan sonraki dönemden yadigar kalmış. Bu şiir ve benzerleri Yahya Kemal ve Celile Hanım'ın gezdikleri Anadolu Yakası sahillerini, Adaları ve Boğazı çağrıştırıyor.
Bugün bir makalede Yahya Kemal'in yaz motifini şiirlerinde 3 farklı anlamda kullandığını okudum. Birinci olarak gerçek bir mevsim, ikinci olarak aşkın yaşandığı anlar ve son olarak insanın gençlik dönemleri için. Geçmiş yaz şiiri de aynı şekilde giden sevgilinin ardından yazılmış harikulade bir şiirdir. Her mısrası bir mücevher tanesidir.
Şiirin yazıldığı tarih belli olmasa bile Yahya Kemal'in Celile Hanım'dan ayrıldığı dönemde yazdığı şiirlerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. Profesyonel tahmin dedikleri böyle bir şey. Bir zamanlar solcular ile dalga geçmek için Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım ile Yahya Kemal'in aşkını dilime dolardım. Türk şiirinin en güzel şiirleri o aşkın yaşandığı dönemlerden veya ayrıldıktan sonraki dönemden yadigar kalmış. Bu şiir ve benzerleri Yahya Kemal ve Celile Hanım'ın gezdikleri Anadolu Yakası sahillerini, Adaları ve Boğazı çağrıştırıyor.
Bugün bir makalede Yahya Kemal'in yaz motifini şiirlerinde 3 farklı anlamda kullandığını okudum. Birinci olarak gerçek bir mevsim, ikinci olarak aşkın yaşandığı anlar ve son olarak insanın gençlik dönemleri için. Geçmiş yaz şiiri de aynı şekilde giden sevgilinin ardından yazılmış harikulade bir şiirdir. Her mısrası bir mücevher tanesidir.
ÖZLEYEN
Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde, Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde! Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde, Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde! Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi, Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi, Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi, Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.Yahya Kemal BEYATLI
1 Haziran 2015 Pazartesi
Nezih Uzel
31 Mayıs 2015 Pazar
Latmos Dağı ve Bafa Gölü #1
Latmos Gölü kıyısındaki Heraklia Antik Kentinde en son uğradığım yer olan Athena Tapınağının kalıntılarıyla bu yazıya başlamak istiyorum.
Pansiyonlardan
bir tanesine uğrayıp fiyat aldım. Alternatif turizm konusunda kendilerini çok
geliştirmişler. Almanca ve İngilizce kataloglarını gösterdi. Bir hafta süren trekking gezileri yapılıyormuş. Likya yolu gibi Karia yolu da oluşuyor yavaş yavaş. Agora pansiyonun oda fiyatı gecelik 100 Euroydu ama pansiyon da gerçekten çok güzeldi. İleride bir gece kalmak ve trekking yapmak istiyorum. Mehtaplı bir gecede ben uyurken Selene'nin gelip yanağımdan öpmesi hayaliyle Latmos eteklerinde bir gece kalmak isterdim.
Heraklia
kenti ile Kapıkırı köyü iç içe girmişlerdi. Köyün okulunun yanında Athena
tapınağı ve agora vardı. Köyün duvarlarında eski mermer bloklar gördüm. Büyük
Menderes'in gücüne şahit oldum. Eskiden Heraklia deniz kenarındaymış. Büyük
Menderes'in taşıdığı alüvyonlarla Söke ovası oluşurken, Heraklia'nın bulunduğu
körfezde Bafa Gölü oluşmuş. Tiyatro tabelasını takip ederken Efes gibi Aspendos
gibi büyük bir tiyatro görmeyi bekliyordum. Tiyatronun ortasına geldiğim halde
fark edemedim. Köylülere sordum. Merdivenler otların arasında kalmış ve küçük
bir tiyatroymuş.
30 Mayıs 2015 Cumartesi
Nemrut'un Kızı
Eskiden Halep Eyaletine bağlı bir vilayet olan Urfa'da hem halk müziğinin hem de divan edebiyatının zirve eserleri hala icra ediliyor.
Nedim'in Fuzuli'nin gazelleri okunuyor sıra gecelerinde... Nemrut'un kızı Urfa sıra gecelerine ilişkin en çok sevdiğim türkülerden bir tanesiydi.
Nedim'in Fuzuli'nin gazelleri okunuyor sıra gecelerinde... Nemrut'un kızı Urfa sıra gecelerine ilişkin en çok sevdiğim türkülerden bir tanesiydi.
29 Mayıs 2015 Cuma
Gök Tengri inanışının izleri
Eski Türklerde Gök Tengri inanışının eseri olarak şarabın ilk yudumu yere dökülür. yemekten ilk lokma çadırdan dışarı atılırmış. Günümüzde de bu geleneğin bazı izleri hala yaşatılıyor.
http://onedio.com/haber/-hepimiz-biraz-samaniz-dedirten-17-adet-ve-gelenek-440443
Antik dünyada ise Dionysos'a saygı olarak şarabın son yudumu yere dökülüyormuş.
Hamiş: Bu geleneğe uygun olarak şarabın ilk ve son yudumlarını toprağa dökmüştüm.
http://onedio.com/haber/-hepimiz-biraz-samaniz-dedirten-17-adet-ve-gelenek-440443
Antik dünyada ise Dionysos'a saygı olarak şarabın son yudumu yere dökülüyormuş.
Hamiş: Bu geleneğe uygun olarak şarabın ilk ve son yudumlarını toprağa dökmüştüm.
Oyneng Yar
Pagan dönemlerden esinlenen Alman müzik grubu Faun tarafından söylenen Uygur halk şarkısı. Bir Alman'ın Uygurcayı bu kadar güzel telaffuz etmesi şaşırtıcı olsa da şarkı gerçekten çok güzeldir. küçük kedim de bu şarkının ruhuna uygun olarak melodi başlar başlamaz dans etmeye başlıyor.
Uygur Türkçesi:
Bu bahçede kimler bar oyneng yar, oyneng yar
Erler birlen kizlar bar oyneng yar, oyneng yar
Oynaskanga kiz yahse oyneng yar, oyneng yar
bizge köre siz yahse oyneng yar, oyneng yar
Etegim semalige, oyneng yar, oyneng yar
Gül gonzalar acilsin, oyneng yar, oyneng yar
Hay hay hanim yarimsen, oyneng yar, oyneng yar
Ben menim sevgen yarimsen, oyneng yar, oyneng yar
Türkiye Türkçesi:
Bu bahçede kimler var? Oyna yar, oyna yar.
Erler ile kızlar var, Oyna yar, oyna yar.
Oynadığında kız yahşi, Oyna yar, oyna yar.
Bize göre siz yahşi, Oyna yar, oyna yar.
Eteğim havalara, Oyna yar, oyna yar.
Gül goncalar açılsın, Oyna yar,oyna yar.
Hay hay hanım, yarimsin, Oyna yar, oyna yar.
Sen sevdiğim yarimsin, Oyna yar, oyna yar.
Etiketler:
Doğu Türkistan,
Faun,
pagan,
Uigur,
Uygur
28 Mayıs 2015 Perşembe
Aydaki Kadın
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın vefatından sonra müsveddeleri arasında bulunan bu roman, bir puzzle gibi birleştirilerek tekrar kurgulanmıştı. Bir yerde şöyle bir cümle okumuştum. Huzur bir rüyanın romanıysa Aydaki Kadın bir rüyadan uyanmanın romanıdır. Huzur'da Mümtaz ile Nuran'ın aşkına sahne olan İstanbul, Aydaki Kadın'da yıllar sonra aşık olduğu kadını gören bir adamın hayatına eşlik ediyor. Tanpınar'ın bu romanında bazı bölümlerdeki tasvirlerin ve tahlillerin olgunluğundan eğer bitebilseydi bu eserin Tanpınar'ın da dediği gibi hayatının başyapıtı olacağı anlaşılıyor. Kader bizi bu eserin bitmiş halini görme lütfundan mahrum eylemiş.
Kitabı okumaya başladıktan haftalar sonra bitirdiğimde gönlümde derin bir boşluk hissettim. Rüya bitmiş ve artık uyanma zamanı gelmişti.
26 Mayıs 2015 Salı
Kokular ve hatıralar
Bazı kokular vardır ki insana sebepsiz yere mutluluk verir. İnsan kokunun kaynağını bulmak için etrafına dikkatlice bakmaya başlar ve o zamana kadar keşfedemediği güzellikler ile tanışır.
Bugün İstanbul içinde uzun bir yolculuk yaptım. Yolun uzunluğundan dolayı bıkkınlık gelse de önce akşamüstü etrafı saran iğde kokularıyla mest oldum. Yeni bir canlılık geldi. Sonrasında metroda fesleğen kokularıyla canlandım. Birisi evine fesleğen götürüyordu. Son olarak da belli belirsiz duyulan hanımeli kokularıyla eve girip geceyi nihayete erdirdim. Yorgun da olsam bu kokuları kaydetmeden yatmak istemedim. hanımelinin ayrı bir yeri var. Köşeyi dönmeden belli belirsiz bir kokuyla etrafa dikkatli bakmaya başlarsın ve sonrasında kokunun kaynağı ile karşılaşırsın.
Kokular demişken yıllar önce Side'de bir yaz akşamında çevreden gelen sermest edici kokunun kaynağını araştırdığım gün geldi aklıma. O akşam yaseminlerin kokusunu yakından tanımıştım. Yaz günlerine kokularıyla anlam katan ağaçlardan bir tanesi de manolyadır. Manolyanın mahmur kokusuyla yaz günlerine ayrı bir rehavet karışır.
Bugün İstanbul içinde uzun bir yolculuk yaptım. Yolun uzunluğundan dolayı bıkkınlık gelse de önce akşamüstü etrafı saran iğde kokularıyla mest oldum. Yeni bir canlılık geldi. Sonrasında metroda fesleğen kokularıyla canlandım. Birisi evine fesleğen götürüyordu. Son olarak da belli belirsiz duyulan hanımeli kokularıyla eve girip geceyi nihayete erdirdim. Yorgun da olsam bu kokuları kaydetmeden yatmak istemedim. hanımelinin ayrı bir yeri var. Köşeyi dönmeden belli belirsiz bir kokuyla etrafa dikkatli bakmaya başlarsın ve sonrasında kokunun kaynağı ile karşılaşırsın.
Kokular demişken yıllar önce Side'de bir yaz akşamında çevreden gelen sermest edici kokunun kaynağını araştırdığım gün geldi aklıma. O akşam yaseminlerin kokusunu yakından tanımıştım. Yaz günlerine kokularıyla anlam katan ağaçlardan bir tanesi de manolyadır. Manolyanın mahmur kokusuyla yaz günlerine ayrı bir rehavet karışır.
Karlı bir günde Ferahfeza
Eski arşivi karıştırırken birden bire aşağıdaki fotoğrafı gördüm. O günleri bir yad etmek istedim. İstanbul'a sağlam kar yağdığı günlerden bir tanesinde Twitter üzerinde kendisinden çok şey öğrendiğim Şükufe Konstantinevî Hanımefendi'nin tavsiyesiyle kar yağışını Ferahfeza Mevlevi Ayini eşliğinde izlemiştim.
Evin ışıklarını söndürüp Ferahfeza'nın nağmelerinde hayatımda yeni bir vuzuh aradım. Ayin-i Şerif bittikten sonra Nezih Uzel'in muhteşem sesinden Münir Nurettin Selçuk'un Gezerken Yağmurda Karda bestesini dinleyerek uykuya daldım. Bu zamana kadar Nezih Uzel'i tanıyamamış olmamdan dolayı da kendime teessüf ettim.
Evin ışıklarını söndürüp Ferahfeza'nın nağmelerinde hayatımda yeni bir vuzuh aradım. Ayin-i Şerif bittikten sonra Nezih Uzel'in muhteşem sesinden Münir Nurettin Selçuk'un Gezerken Yağmurda Karda bestesini dinleyerek uykuya daldım. Bu zamana kadar Nezih Uzel'i tanıyamamış olmamdan dolayı da kendime teessüf ettim.
19 Mayıs 2015 Salı
Veys FM
90lı yıllarda üniversiteye giderken en çok dinlediğim radyo kanallarından bir tanesiydi. Biraz piyasa tavrına yakın bir yayın politikası olsa da Türk müziğinin pek çok eserini bu radyoda dinlemiştim. Bugün youtube'da dolaşırken bu radyonun jingle'ı olan Sahilde o hoş buseleri aldığım akşam isimli şarkıya rastladım. Veys FM'in Doğuş Grubu tarafından sadece radyo vericisi için satın alınarak yok edilmesine hayıflandım.
Çepçevre Bahar İçinde Bir Yer Gördük
Ege'den ve bahardan bahsettikçe Yahya Kemal Beyatlı'nın iki ayrı rubaisinden Münir Nurettin Selçuk tarafından bestelenen bu muhteşem eseri anmamak olmaz.
Eslaf güzelden güzele kapıldıkça gazellere fer verirken bu zamana kadar hece ile yazdığım iki gazelin de ayrılıklardan sonra olması da değişik bir tesadüf olmuş.
2009'da bir bahar gününde Selçuk'a ve Efes'e ufak bir gezinti yapmıştım. Bu satırları yazarken o gün çiçeklerin rengi ve kokusuyla mest olduğum günü hatırladım. O günden kalan bazı fotoğrafları aşağıya ekledim.
Çepçevre bahar içinde bir yer gördük
Ferhad ile Şirin'i beraber gördük
Baktık geceden fecre kadar ellerde
Yıldızlara yükselen kadehler gördük
Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şi'r-i kadîm
Bir meş'aledir devredilir elden ele
Beste: Münir Nûrettin Selçuk
Güfte: Yahyâ Kemâl Beyatlı
Makam: Muhayyer
Usûl: Düyek
2009'da bir bahar gününde Selçuk'a ve Efes'e ufak bir gezinti yapmıştım. Bu satırları yazarken o gün çiçeklerin rengi ve kokusuyla mest olduğum günü hatırladım. O günden kalan bazı fotoğrafları aşağıya ekledim.
Ege Yolları
18-19 Nisan arasında İzmir-Efes-Didim-Miletos-Latmos-İzmir güzergahındaki seyahatimin özetidir. İlgili bölümleri yazdıkça buraya linkleri ekleyeceğim.
ü
2 uçak yolculuğu(SAW-ADB, ADB-SAW)
ü
420 km araç yolculuğu
ü
Yaklaşık 10 km yürüyüş,
ü
670 adet fotoğraf çekip eledikten sonra 570’e indirdim.
ü
Uzun telefon görüşmeleri
ü
Facebook üzerinde yoğun aktivite
ü
3 Antik bölge ziyareti
ü
3 vilayet sınırı geçişi
Yola çıkış
Sabah
07.55 uçağı ile Sabiha Gökçen’den İzmir Adnan Menderes Havalimanı’na uçtum.
Parfly sayesinde kiraladığım Fiat 500L ile havalimanından ayrılıp İzmir-Aydın
Karayoluna girdim. Dağlar ve ovalarda baharın geldiği gözüküyordu. Ancak ilk
mola yerine kadar baharı tam olarak hissedemedim. Selçuk’a yaklaşırken bir
dinlenme tesisinde mola verdim. Çardağın tavanı hasır ile kaplıydı ve
kırlangıçlar cıvıldayarak uçuşuyordu. Serçeler masalardaki kırıntıları yemek
için hiç çekinmeden masaların üzerinde dolaşıyorlardı. O an baharın Ege’ye
geldiğini bütün kalbimde hissettim ve yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yola
devam ettim.
Müzikler
Yol
boyunca telefonun hafızasındaki kendi müziklerim bana eşlik etti. Eski arabadan kalan yolculuk cdsini de telefona atmıştım. Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Candan Erçetin ve Bülent Ortaçgil ağırlıklı bir müzik listem vardı. Kimi yerde
çalan şarkının etkisiyle dudaklarımda ince bir tebessüm belirdiğini hissettim.
Bazı yerlerde çalan şarkı ve geçtiğim yol birbirine uyumluydu. Kimi zaman da direksiyona
elimle vurarak şarkıya eşlik ettim. Kimi şarkılarda şarkılarda hüzünlendim. Kimi zaman neşe ile doldum.
Didim'deki Apollon Tapınağı ziyareti
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)