Geçen hafta sonu evde oturmak yerine İstanbul’u gezmeyi
düşünüyordum. Hafta içinden başlayarak nereye gideceğime karar vermeye
çalışıyordum. Cumartesi sabahı Kariye Müzesine gitmeye niyetlenerek evden
çıktım. Doğma büyüme İstanbullu olup da
Kariye Müzesine hiç gitmediğim için kendimden utandım. Daha önce birkaç defa
niyetlenmiştim ama her seferinde yol üzerinde son dakikada karar
değiştirmiştim. Birkaç kere de kapanış saati olduğu için geç kaldığımı
hissederek gitmekten vazgeçmiştim.
Önce Şehitlik’te güllerin arasında uyuyan al bayrak için
kendisini feda etmiş yiğitlerin kabirlerini ziyaret ettim. Mehmet Akif Ersoy’un
kabrine de uğradıktan sonra yoluma devam ettim.
Şehitlikten çıkarken burnuma
bir koku geldi. Çok tanıdıktı ama bir anda hatırlayamadım. Başımı kaldırdığım
zaman manolyaların açtığını ve mahmur kokusuyla yazın geldiğini müjdelediğini
fark ettim. Havaların kötü gitmesinden dolayı yazın geldiğini anlayamamıştım.
Dallarda manolyaları gördüğüme çok sevindim.
Mihrimah Camii’ne gitmeden önce yol üzerindeki bir pastanede
oturdum. Mihrimah Camii yeni restorasyondan çıkmıştı. Biraz etrafında dolaşıp
içerisini gezdim. Yeni restorasyondan çıktığı için taşların pırıl pırıl
parlaması caminin bütün ruhani havasını götürmüş gibi geldi. Bir de ahşap
işçiliği olan ana kapısına yapıştırılan afişe sinir olmuştum.
Nur Yoldaş’ın
Mihrimah’ım şarkısı da orada aklıma geldi. Nur Yoldaş’ın sesi biraz fazla tiz olmasa
güzel şarkı aslında.
Kariye Müzesine giderken bir arkadaşa mesaj atmıştım. Müzeye
yaklaştığımda bana geri döndü. Kariye Müzesi de restorasyondaydı. Ana bölümü
kapalıydı ve dışında iskeleler kurulmuştu. Çok güzel freskler vardı. İstanbul’un
en eski kiliselerinden bir tanesini gezmek güzeldi. Çıktıktan sonra arkadaşı
müzenin karşısına oturup bekledim.
Huzurlu bir ortamı vardı.
Arkadaş ile birlikte Balat’a inmek için ara
sokaklardan yürümeye başladık. Yaklaşık olarak 5 kilometre yürümüşüz. Yol
üzerindeki Tekfur Sarayı ve Sinan eseri olan küçük bir cami restorasyondaydı.
Bir Rum kilisesinin bahçesini gezdik. Bahçenin uhrevi ve huzurlu ortamı vardı. Yeni
yapılan ve altında market olan camilerle kıyasladık. Mabed denildiği zaman
insanın aklına huzur gelmeli. Yol üzerindeki eski camilerin de çok güzel ve
huzurlu bahçeleri vardı.
Balat’ta çok güzel kafeler ve dükkanlar açılmıştı. Balat sokaklarında yürüyüp Fener Rum Patrikhanesine geldik. Patrikhanenin karanlık ve sakin bir ortamı vardı ama aşırı loşluk huzur vereceğine ürperticiydi. Bir de Rum Ortodoks Kilisesinin merkezi olduğu için süslemeler çok fazlaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder