16 Ekim 2015 Cuma

Yakın Karadeniz Seferi


Bu hafta sonu yine yollardaydım. 2 hafta önce Asenamla ufak bir tartışma ve yanlış düşüncelerin ardından kafamı dağıtmak için araç kiralamaya karar vermiştim. Aklımda 4 alternatif güzergah vardı. Bir tanesi Assos tarafıydı. Yolun uzunluğu ve benim her kahverengi tabelaya girme huyumu göz önünde bulundurarak Assos tarafına daha uzun bir tatilde gitmeye karar verdim. Diğeri İğneada güzergahıydı. İğneada'ya gitmeyi bahara ertelemenin daha eğlenceli olacağını düşündüm. Safranbolu rotasını yolun bir hafta sonu için uzun olduğunu düşündüm. Bu nedenle daha önce gitmediğim Kerpe-Kefken Karasu güzergahını tercih ettim. Aklımdaki plan yaklaşık 472 kmlik bir yolculuk yapmaktı.

Halk Bankası Parafly kredi kartının araç kiralarken puanları 3 kat değerli kullanma imkanı olduğu için aracın kiralama bedelini sadece puan kullanarak ödedim. Halk Bankası Parafly'ı 2 sene önce çıkardığı zaman sağlam bir tutundurma/kampanya bütçesi vardı. Geçen aya kadar araç kiralamalarda puanlar 5 kat değerli olarak kullanılıyordu. Parafly yavaş yavaş eski avantajlarını azaltırken çevredeki yeni kredi kartlarına da bakma zamanı geliyor sanırım. Parafly Seyahat Hattı ile araç kiralamaları Setur üzerinden Avis'ten yapılıyor. Avis'in sevmediğim yanı araç kira ücretlerinin biraz yüksek olması ve marka/model garantisi veremeyişleri.



Cuma akşamı Avis’in Sabiha Gökçen ofisinden araç kiraladım. Avis filosundaki Fiat 500L modeli araçları azaltmaya başladığı için aynı gruptan bir Ford Fiesta verdiler. Fiesta’nın baz modeli olduğu için telefonu bağlamak için bluetooth araç kiti bile yoktu. Araç kullanırken sevgiliyle konuşamayacağımı düşününce biraz moralim bozuldu. Daha sonra telefonu orta bölüme koyup telefonun hoparloründen konuşmayı keşfettim. Araç ses sistemine bağlı olması kadar efektif olmasa da yine de yol boyunca sevgiliyle konuşabilmek de büyük bir nimetti. USB girişinde temassızlık olduğunu de teslim alıp yola çıkınca fark ettim. Telefonu şarj etmek hep aklımın bir köşesinde dert olarak kaldı. Çözüm olarak da harici bataryalarımın ikisini de yanıma aldım. Mola verdiğim yerlerde harici bataryaları şarj ettim.

Cumartesi sabahı önce kızımı sevip sonra yola çıkacaktım. Ufaklığın uyanmasını beklediğim için yola planladığımdan daha geç çıkabildim. Bu nedenle Şile’ye kadar oyalanmadan yola devam ettim. Şile merkezi de daha önce gördüğüm için Şile Merkez’e de girmedim. Ağva yolundayken Saklı Göl tabelasını görünce oraya gitmek için ana yoldan çıktım. Köylerin arasından giden keyifli bir yoldan geçerek Saklı Göl mesire yerine geldim. Yapay bir göledin etrafında piknik masaları vardı. Sadece masa ücretinin 30 TL olduğunu görünce arabayı bile durdurmadan oradan ayrıldım. İstanbul’dan gelen beyaz yakalıları organik ve doğayla içiçe söğüşlemek için yapılmış bir yere benziyordu. Yol üzerinde köylülerin işlettiği gözlemecilerden bir tanesinde karnımı doyurmak için mola verdim. Gözlemenin gelmesini beklerken bazen kitap okudum bazen etrafı seyrettim. hesap ödeme zamanı geldiği zaman verdiğim parayı bozamadılar. 2-3 kilometre ötedeki markete gidip para bozdurdum geri döndüm. Yol üzerinde mandaları gördüm. Demek ki sulak bölge olduğu için manda yetiştiriyorlardı. Manda kaymağı bulabilseydim alırdım ama manda kaymağı satan bir yere rastlamadım.

Normalde Ağva yolunda mola verdiğim bir kaç yer olmasına rağmen yolum uzun olduğu için hiç mola vermeden yoluma devam ettim. Yeşilin, sarının ve kahverenginin her tonu bana eşlik ediyordu. Ağva'ya girişte Göksu deresi kenarında akşamın son ışıklarıyla bir kaç fotoğraf çekerek Kandıra yoluna saparken aklımda hep sevgili de bu gezide bana eşlik etseydi düşüncesi vardı. Aşkıma telefonla söz vermiş olsam da buradan da yazıyorum. Bu güzergah en yakın zamanda Asenamla da gidilecek.

Kandıra yolunda ilerlerken batmaya hazırlanan güneşin son ışıklarını aynalarda seyrediyordum. Bir köyden geçerken bir köylü el kaldırdı. Normal şartlarda otostopçu almamak gibi bir huyum olsa da adamın güvenilir yüzünden dolayı aldım. Birkaç köy öteye gidiyormuş. Kandıra köyleri hakkında biraz sohbet ettik. Köy kahvesinde abinin ısmarladığı çayı içtikten sonra Kandıra'ya doğru yoluma devam ettim. 

Biraz da iğrençleşelim. Kandıra yolunda taze inek fışkılarının üzerinden geçerken çıkan ses hoşuma gittiği için bol bol inek fışkısı üzerinden geçtim. Durduğum zaman arabanın rezil bir halde olduğunu fark ettim. Arabanın halinden utanıp teslim etmeden önce yıkatmayı düşünürken ertesi gün yağmur yağdığı için araba pırıl prıl olmuştu.

Kefken'e vardığımda gecenin karanlığı çökmüştü. yolculuk planlarımı revize ederek Kefken'de konakladım. Bir kahvede oturup çay içerken rakı balık için nereyi tavsiye edeceklerini sordum. Liman oteli tavsiye ettiler. Bir ufak açıp tekneden yeni indirilmiş çinekopları indirdim. Telefondan bana eşlik etmesi için Zeki Müren açtım. Bir taraftan da sevgiliyle konuşuyorduk. Kalkmadan önce son dubleyi fondipledim. Hızlı içmenin tesiri olarak son duble beni feci çarptı. Odaya çıkmadan önce başka bir masaya davet ettiler. Biraz sohbet ettim. İyice sarhoş olduğum için odaya zor çıkabildim. Sevgili uykusunun gelmesi nedeniyle odaya çıkınca sohbete devam edemedik.Otelde sıcak su olmayışı büyük bir eksiklikti. Kefken'de balıkçılar ve pazarlamacılar dışında yabancı olarak bir ben vardım.

Sabah erken saatte kalktıktan sonra Kefken çevresindeki plajları dolaşarak Kerpe'ye doğru yola çıktım. Kerpe'de yazıkçıların bıraktığı köpekler sevgiye hasret bir şekilde dolaşıyordu. Bir köpek kendisini zorla sevdirdi. Başını okşarken bana çok içli bakıyordu. Sahilde dolaşırken peşimde dolaşıyordu. Normalde köpek sevme huyum fazla yoktur. Biraz kediciyimdir ama bu kuçunun bakışlarına dayanamadım.

Kerpe'de kahvaltı yapacak yer ararken bir banka oturup sigara içtim. Kerpe Diem isimli mekanda çalışan bir abiyle tanıştım. Pazar sabahı saat çok erken olduğu için bütün mekanların kapalı olduğunu söyledim. Abi de kendisinin çalıştığı cafe ve restorana davet etti. Sabahın sakinliğinde güzel bir kahvaltı edip sohbeti koyulaştırdık. Daha sonra ben müsaade isteyip kalktım. Kerpe kayalıkları çok güzel gözüküyordu. Biraz fotoğraf çekip Karasu yoluna revan oldum. 

Yol üzerinde Akçakoca Alp'in kabri vardı. Türk töresince diz vurup Kocaeli yarımadası fatihi Akçakoca Alp'i selamladım.Kaynarca sapağından saptıktan kısa bir süre sonra sağanak yağmur başladı. İlk başta İstanbul'a dönmeyi düşündüysem de bu kadar geldikten sonra Acarlar Longozu ve Karasu'yu görmeden dönersem yazık olur diye düşünerek son anda Karasu yoluna saptım. Acarlar Longozu'na geldiğim zaman çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. Yağmurun arabanın tavanındaki çaldığı nağmeyi dinlerek yağmur yavaşlayıncaya kadar arabada bekledim.

Yağmur biraz yavaşlayınca Acarlar Longozu'nu gezmeye başladım. DSLR'yi yağmurluğumun altında saklayıp büyülü kareler yakalayarak, yağmurun, suyun ve ağaçların verdiği huzurun tadını çıkardım. Acarlar Longozu ki hatunumu en çok özlediğim yer oldu. Keşke hatunum da yanımda olsaydı dedim. Acarlar Longozu'ndaki kafelerden birisinde yemek yedim, sevgiliyle bol bol konuştum ve kitap okudum. Karasu'da Sakarya Nehri'nin Karadeniz'e açıldığı yerde bir çay içip dönüş yolculuğuna başladım. Benzin almak için uzun bir süre opet aradıysam da son 10 km kalınca TEM üzerinde OPET bulamayacağımı ve Mehmetçik Vakfı tesislerine benzinin yetişmeyeceğini anlayıp Şekerpınar'dan çıktım. son 2 km kala bir benzinlik bularak yakıt aldım. O esnada bir taktik hata yaparak tekrar TEM'e dönmek yerine E-5'ten gitmeyi tercih ettim. Tuzla'ya yaklaşırken meşhur İstanbul trafiği bana merhaba diyordu.

Eski mahallede bir dürüm yedikten sonra sevgiliyle evde rahat rahat konuşmak için acele ederken ufak bir kaza atlattım. Sonunda aracı havalimanına teslim edip eve dönmek için otobüse bindim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder