9 Aralık 2016 Cuma

Kırım, ey güzel Kırım

Bugün müzik dinlerken yolum Kırım'a düştü. Bazen duygulandım, gozlerim yaşardı. Bazen göğsüm kabardı. Acılar, sürgün ve vatan hasretiyle geçen yılların söndüremediği vatan sevgisini ve mücadele azmini hissettim.
Ruhi Su'nun sesinden Sivastapol Marşı ile yolculuğa başladım. 1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı'nın cephelerinden olan Kırım'daki müttefik askeri harekatı savaşa adını da vermişti. 1853 Sinop Baskını'nda Osmanlı Donanması'nın önemli bir bölümü imha edilince İngiltere ve Fransa Osmanlı'nın yaninda Rusya'ya savaş açıp donanmalarını ve kara birliklerini göndermişlerdi. Sivastapol'u topa tutan müttefik filodaki Osmanlı denizcilerinin sıla hasretini anlatan bu türküyle duygulandım.

Port Arthur Yır'ıyla 1905 Rus Japon Savaşı'nda Rus Ordusu savaşması için yurtlarından koparılıp Uzak Doğu'ya götürülen Tatar gençlerinin feryadını duydum. Gidip de dönemeyen yaşlar için gözümden bir damla yaş aktı.
Salgır Boyu türküsüyle Kırım'ın mutlu zamanlarına dönmek istedim. İnsanlarin huzur içinde olduğu, Hanların Bahçesaray'da hüküm sürdüğü günlere dönmek ruhuma iyi geldi. Salgır nehri kıyısında bir toya katılmış gibi hissettim.
Ve 1944... 18 Mayıs 1944 kapkara bir gün. Kırım sürgününün başladığı hayvan vagonlarıyla milyonlarca Tatar'ın Sibirya ve Özbekistan'a sürüldüğü günlerin acısını kalbimde yaşadım. Biz Kırım'dan çıkanda kar yağmadı kan aktı dedim.

Sürgünde yeşeren vatan Kırım'a hasreti anlatan Ey Güzel Kırım ile devam ettim. Mustafa Cemiloğlu'nun yolbaşçılığında Kırım'a geri dönen soydaşlarımızin yeniden Rus işgaliyle karşılaşmasına şahit olduğumuz bugünlerde Kırım'da Tarak Tamga'yı yeniden yükseltmek için söz bergenmen ant etkenmen.

Dilde, fikirde işte birlik!

5 Haziran 2016 Pazar

Arkeoloji Müzesi bahçesinde

Bugün sevgiliyle uyandığımızda ne yapsak diye düşünüyorduk. Hava sıcak olduğu için Boğaziçi Üniversitesi yokuşlarına tirmanmayı gözümüz yemedi. Çok populer kahvaltıcilarda check in kasmak veya arabayı gerekmediği halde çıkarıp trafiğe yol açmak ailece bize uygun olmadığı için kendimizi İstanbul Arkeoloji Müzesi yoluna vurduk. Kadıköy'deki Eminönü iskelesinin üst katındaki İstanbul Kitapçısı'nın kafe bölümünde birer tost yiyerek gelen giden vapurları seyrettik. Kahvaltımızı bitirdiğimizde gelen vapur konserve kutusu kılıklı ŞH-Küçüksu idi. Şansımiza küsüp vapura bindik.

Arkeoloji müzesinde kalan bölümü gezerken güvenliklerin kendi aralarındaki yüksek sesli sohbeti gezme keyfimizi bozduğu için bahçeye çıktık. Bahçede çınar ağaçlarının altında kitaplarimızı okurken rüzgar estiği zaman başımızı kaldırıp önce kitaplara sonra birbirimize baktık. Aynı anda aynı duyguları hissedebilmek gerçekten çok özel bir an oluyor.

29 Mayıs 2016 Pazar

Yollarda (Anadolu Feneri-Poyrazköy)

Dün en son Riva yolundaydık diye yazmıştım. Riva merkeze girip arabadan inmeden hızlıca bir tur attıktan sonra kendimizi Anadolu Feneri yoluna vurduk. Küçük sevimli köylerin arasından geçerek her iki tarafı da ağaçlı yollardan Anadolu Feneri'ne ulaştık. Anadolu Feneri'ne yaklaşırken katır tırnakları sarı sarı çok güzel gözüküyordu. Uygun bir yerde sağa çekip biraz çiçek topladık. Çiçeklerin sapı sert olduğu için hatun komando bıçağını alıp çiçekleri keserken bol bol makara yaptık. İlk fotoğrafta arabamızın bagajı gözüküyor. Kitaplarımız, portatif sandalyelerimiz, tripod ve yedek sularımiz her yolculukta bize eşlik ediyor. Anadolu Fenerine geldiğimizde fenerin kapanış saatine yetişemediğimizi gördük biraz üzüldük. Caminin yanından denizi seyrettik. Sonra salaş bir yerde çay kahve içtik. Güzelliğin tadını çıkartıp Poyrazköy'e doğru yola çıktık. Poyrazköy'deki ufak kale bizim için çok güzel bir sürpriz oldu. Havanın haftaiçi yağmurlu olması ve cumartesi de yağmur beklenmesi yüzunden mangalcılar piyasada yoktu. Şirket arabasını alıp semaverde çay içen bir grubun yanından geçerken adamlarin yanlarında nargile taşıdığını görüp tebessüm ettim. Kalenin içinde biraz fotoğraf çekip evimize dönmek için yola çıktık. Sevgiliyle her yolculuğun ayrı bir tadı vardı. Hatun da kendi blogunda yazmış yol hallerimizi
Bu arada 3. Köprü bağlantı yolları için ormanların katledilişini görmek çok üzücüydü. Kuzey ormanları İstanbul'un su ve oksijen kaynağı olmasına rağmen hunharca katlediliyor. Yakında otoyolun çevresinde yeni villa siteleri kurulmasından korkuyorum. #direnGezi

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Yollarda

Bugün minnaklar günüydü. Dün taşınma ve sonrasındaki yorgunluklardan sonra öğleye doğru fıstığı ziyaret etmeye gittik. Once bir pastanede minnakla kahvaltı yaptık. Fıstık ağacı (hatun) bir ara kalkıp içeri girdi. Çilekli pötifürlerin üzerine mum dikip Angela'nın doğum gününü kutladık. Angela kim mi minnağın oyuncak kedisi ve minnağın bütün yaramazliklarının sorumlusu:))) Parkta ufaklıkla oynadiktan sonra yol nereye biz oraya moduna girdik.

Çekmeköy'den Çavuşbaşı yoluna sapıp Riva yoluna bağlandık. Yolda İsmail Ağa müritlerini bol bol görduk. Ufacik cocuklara bile sarık takmışlardı. Ufak kız çocuklarına da çarşaf giydirmişlerdi. O manzarayı görünce Cumhuriyet devrimlerini korumanın ve laiklik için mucadele etmenin önemini bir kez daha anladık.

Hatun nereye gidecegimizi sordugunda bıyık altından gulerek sorma gel hatun demeyi ve hatunun tahmin etme çabasinı seyretmeyi çok seviyorum. Bu bizim bir oyunumuz oldu. Gideceğimiz yer belli olmasına rağmen yolu uzatıp ufak sürprizler yapmayı ve hatunu şaşırtmayı seviyorum. Çavusbaşı'ndan sonra Kavacık yönüne dönmek yerine Polenez Riva bağlantısına saptık. Polonezköy yonune sapmayınca hatun Riva'ya mi gidiyoruz diye sordu ama ser verip sır vermedim. Küçük köy yollarina saptım. Mahmut Şevket Paşa köyünden geçip Ali Bahadır köyüne giderken yeşilin binbir tonunu seyrettik. Sakin orman yollarinin tadini cikardik. Şimdi Riva yoluna bağlanmak uzereyiz ama aramızda kalsın. Yol sürprizlere açik:)) bir restoranda sade kahve keyfi yaptık. Etrafı izledik. Okumalı buyumeli diyerek biraz okuyup yola devam edeceğiz.

24 Mayıs 2016 Salı

Çıkmaz derun-i dilden efendim muhabbetin

Bugünlerde Tab'i Mustafa Efendi'nin bayati aksak semaisi dilime dolanıyor.
Bu bestenin arkasından bir de bestekarın yürük semaisini dinlemek gerek. Gelse o şuh meclise...



23 Mayıs 2016 Pazartesi

Riva yolunda-Mavi Saatler #3

Bu akşam aslında hatun ile planımız yeni evimize temizlik malzemesi bırakıp Ikea'dan ufak tefek bir şeyler almaktı. Yeni evimizin sokağınds park edecek yer ararken biraz gerilmiştim. Geçici olarak arabayı bıraktığım yol kenarında da çöp kamyonu tacizine uğrayıp arabayı hemen kaldırmak zorunda kalınca alısveriş modundan bir anda çıktım. Kendimizi yollara vurmalıydık. Hatun da sabahtan beri evle uğraşınca yorulmuştu. Beylerbeyi ve Çengelköy'ün kalabalığı gözümüzü korkutunca sessiz bir yer arayışına girdik. Beykoz Korusu'nun yanındaki dar yoldan köylere giden yola saptık. Niyetim Anadolu Fenerine doğru sapmaktı ancak Fener sapağını goygoy yaparken geçince kendimizi Riva yolunda bulduk. Günün son ışıklarında orman yolundan ilerleyerek yeni Riva yoluna bağlandık. Üçüncü köprünün çevre yolunun viyadüklerinin altından geçerken bu köprünün yapılmasına vesile olanları pek hayırla anmadik. Günün son mavi saatlerini Riva'da Karadeniz'e karşı yakalayınca geçen haftaların bütün stressinden kurtulduk. Çayımızı içerken blog yazıyorum çaylar bugün hatundan...

Bu arada Riva'da eskiden çay içecek bir köy kahvesi vardi. Yeni yerler açılmış. Birisi Cafe de Riva adındaydı diğeri de Riva Çayevi adindaydı. Cancanlı yerleri sevmediğimiz için tercihimiz belliydi. İyi ki de tercih etmişiz.

20 Mayıs 2016 Cuma

Manolyalar Açarken

İstanbul'da her mevsimin ayrı bir çiçeği vardır. Erik mevsimi bitip erguvan zamanı geldiği zaman baharın saltanatı başlar. Bu sene soğuklardan baharın keyfini tam çıkartamamıştık. Mayıs ayında akasya ve hanımeli zamanını izledik. Gelip geçerken manolya ağaçlarına bakıp tomurcuklandıklarını gördükçe ümitli bir bekleyiş içine giriyordum. Bu akşam üstü sevgiliyle evimize giderken sokağımızda bir manolyanın erkenci çiçeği ile karşılaştık. Büyük bir mutlulukla ağacı sevgiliye gösterdim. Yaz günlerinin rehavetinin müjdecisi manolyadan bir çiçek ödünç aldık. Manolyanın mahmur kokusu yuvamıza saadet veriyor.


19 Mayıs 2016 Perşembe

TCG Turgut Reis Fırkateyni'ni ziyaret

Bugün hatun Deniz Müzesine gitmeyi önerdiğinde ufak bir gezintinin taşınma stresine iyi geleceğini düşünüyordum. Deniz Müzesi'ne girdiğimizde  ufak bir kağıtta TCG Turgut Reis Firkateyni'nin 19 Mayıs kutlamaları dolayısıyla ziyarete açık olduğu ve ziyaretlerin 14.00 -17.00 arasında yapılacağını sevgili fark etti. Sevgilinin dikkati sayesinde faal bir firkateyni gezme fırsatı bulduk. 




Hızlıca müze ziyaretini tamamlayıp fırkateyni gezmek için müzenin önündeki küçük iskeleye geldik. O sırada Beşiktaş çok kalabalık olsa da çok az kişi fırkateynin ziyarete açık olduğunu biliyordu. Iskeleden işkampavya denilen küçük tekneye binerek Turgut Reis'e doğru yola çıktık. İşkampavya savaş gemilerinin mürettebatını sahile getirip götüren motorlu filika demekmiş. Deniz dalgalı olduğu icin tekneye nasıl bineceğimizi düşünürken askerlerin binerken yardım etmesi sayesinde hiç zorlanmadan tekneye çıktık. Daha önce emekliye ayrılmış birkaç fırkateyn görmüş olsam da aktif görevdeki bir savaş gemisini görmek heyecanlıydı. 

Sevgiliyle birlikte geminin helikopter hangarı ve pistinden başlayıp kısa bir tur yaptık. Mihmandarlık yapan astsubaylar çok nazikti. Köprüüstü geminin seyir bölgesi olduğu için oldukca etkileyiciydi. Geminin merdivenleri dar olsa da bir denizaltı basıklığı yoktu.

Güzel bir günün ardından evimize dönerken Beşiktaş'ın şampiyonluk konvoyu denizden stada yaklaşıyordu.
Deniz Müzesinde yaptığımız ziyareti de Hatunum'dan okumak istersiniz belki. Okumak için link burada.

3 Mayıs 2016 Salı

Yalıköy'e doğru

 Pazar Günü bir arkadaşla buluşmak için Büyükçekmece tarafına gitmiştik. Büyükçekmece'de bir çay bahçesinde oturup Mimar Sinan'ın yaptığı köprüyü izliyorduk. Sosyal medyada köprünün bir fotoğrafını paylaşınca yüzyüze tanışma fırsatını bulamadığımız değerli bir arkadaşımız da Büyükçekmece'de oturduğunu söyleyip akşam bizi evine davet etti. Rahatsızlık vermemek için bulunduğumuz yeri söyledik. Bir çay içiminde yüz yüze sohbet etme fırsatı yakaladık.





Daha sonra bizim oğlana binip İnceğiz Mağaralarına doğru yola çıktık. Her tarafta yeni açılan mangalcılar vardı. Çok uzun zamandır Çatalca tarafına gitmediğim için bölge epeyce değişmiş geldi. İnceğiz Mağaraları eskiden sakin bir piknik alanıydı. Pazar günü hava çok soğuk olsa da bütün masaların kapıldığını öğrendik. İspark girişte ücret alıyormuş. Yer olmadığını öğrenince geri dönüp boşuna ücret ödemeden çıktık. İspark bir güzel yere daha çöreklenmişti.

Subaşı Köyü yakınlarında Şelale Et Mangal isminde bir mekanda yemek molası verdik. Çatalca'da özgürce yetişen hayvanın eti gerçekten çok lezzetliydi. Karnımızı doyurduğumuzda ne yedik be karikatürünü canlandırdık.

Yalıköy'e doğru giderken ormanların arasındaki köy yollarında ağaçların ve sessizliğin tadını çıkardık. Yollar virajlı ve güzeldi. Yol kenarında çeşit çeşit çiçekler açmıştı. Bir yerde sağa çekip biraz katırtırnağı topladık.

Yalıköy'e vardığımızda önce deniz kenarında bir yerde çay kahve içtikten sonra sahilde biraz yürüyüş yaptık. Akşam yaklaşırken deniz, kumsal ve gök yüzü harikulade görünüyordu.

Dönüş yolunda yavaş giden arabalara pek tahammül gösteremedim. Virajların elverdiği yerlerde epeyce bir arabayı solladım ve yolun tadını çıkardım. Tabii bu arada benim yüksek tempolu sürüşüm arka koltuktaki yolculara pek iyi gelmiyormuş. Onu da anladım. Bir günde yaklaşık 400 kilometre yol yaparak İstanbul yakınlarında güzel bir yolun tadını çıkardık.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Sevgiliyle Vapur Sefası

Uzun zamandır soğuklardan dolayı akşamları eve kapanıyorduk. Saatler ileri alındıktan sonra havanın da güzel olmasını fırsat bulup sevgiliye dışarıda buluşup biraz gezelim dedim. Akşam gezmelerini özlemiştik. İlk başta iş yerime yakın bir yerde buluşmayı düşünsek de Beşiktaş'ta buluşmanın daha çok seçenek vaat etmesinin cazibesine kapıldık. Sevgili evden çıktıktan sonra Beşiktaş sahilinde bir çay içip benim gelmemi bekliyordu.Ben de iş çıkma saati yaklaştıkça son dakikada bir iş çıkmasın diye dua ederek dakikaları sayıyordum.















Beşiktaş'a giderken sevgiliyle ne tarafa gitsek diye düşünüyordum. İlk başta aklımdan mavi saatlerde Yıldız Parkında dolaştıktan sonra Ortaköy'e gidip sonra evimize gitmek vardı. Sevgiliyle iskelede buluşacağımız için aklıma bir fikir geldi. Boğaz'a giden vapurlarla akşam saatlerinde bir vapur sefası yapmak güzel olurdu. Huzur'da Mümtaz ve Nuran'ın Boğaz vapurunda karşılaştıklarında güneşin son ışıklarının camlardaki yansımasını seyredişleri ve Boğaza dair hissedişlerini birbirleriyle paylaşmaları aklıma gelmişti. Sevgiliyle Huzur'dan bir anı yaşamak istedim.

Son dakikada aklıma güzel bir fikir geldiği zaman önceden düşündüğüm planı revize etmeyi seviyorum. Sarıyer'e giden bir vapurla Sarıyer'e gidip Sarıyer böreği yemeği düşünüyordum. Sevgiliye yine nereye gideceğimiz konusunda ipucu vermesem de vapur tarifesine bakışımdan vapura bineceğimizi anlamıştı. Mottomuz her zamanki gibiydi: "Sorma gel Hatun"

Sonra iskelede 20 dakika bekleyeceğimize ilk gelen Boğaz seferine binelim dedim. Vapur Avrupa sahiline yakın seyrederek Ortaköy, Arnavutköy ve Bebek'e uğradı. Bebek'te inip Bebek parkını ve ve Hıdiv Ailesinden kalan Mısır Başkonsolosluğunu sevgiliye gösterdim. Goygoy olsun diye Bebek'te üç beş tur atıp hafta sonları trafiği tıkayan Wafflecılara söverek sahilden Boğaziçi Üniversitesine kadar yürüdük. 
Gün batmadan ne kadar ileriye gidebilirsek bizim için o kadar iyi olacağı için bir otobüse bindik. 
Tarifeden Emirgan'a yanaşan bir vapurun saatine baktım. Emirgan'a indiğimizde sevgilinin indiğimiz yerin neresi olduğunu anlaması için biraz fırsat tanıdım. Vapurun iskeleye gelmesine 10 dakika kalmıştı. Ara sokakta biraz yukarı çıkarken Çınaraltı'ndaki kafelerin yanından biraz da üniversite yıllarımda bu kafelerin ne kadar da salaş olduğunu düşünüyordum. Emirgan Hamid-i Evvel Camii'nin Boğazla uyumlu bahçesine hızlıca bir göz atıp iskeleye doğru yürüdük. 
Vapura binip günün son ışıklarını ve dalgaların üzerinde bıraktıkları turuncu yansımaları izleyerek Beykoz'a kadar gittik. Çubuklu'dan geçerken Aheste çek kürekleri mehtab uyanmasın diye başlayan gazele ilham vermiş koyun eski güzelliğinden çok şeyi kaybettiğini düşünerek hayıflandım. 
Bir de Tekel fabrikası yıkılmıştı. ona üzüldüm. Tekel Fabrikasını kimin aldığına bakarken Mecidiyeköy'deki inşaatında 10 işçiyi katleden Torunlar GYO'nun ihaleyi aldığını öğrendim. 3-4 katlı binalar yapacakmış. Rakı fabrikasının ocağını söndürenin ocağı sönsün diyorum ve yolculuğu anlatmaya devam ediyorum.
Beykoz'a yaklaşırken güneş tepelerin ardında kayboluyordu ve mavi saatlerin saltanatı başlıyordu. Beykoz'da işkembe çorbası içip kokoreç yedikten sonra sevgiliyle evimize gitmek için bir otobüse binip yola çıktık.

31 Mart 2016 Perşembe

Mihrâbâd

2. Abdülhamit zamanında Abbas Halim Paşa'nın kızına yüz görümlüğü olarak hediye edilen Mihrâbâd korusunda sevgiliyle bir yürüyüş yapıp kuş seslerinin ahengiyle mest oluşumuzu beyandır.

Kavacık'tan Kanlıca'ya doğru yürümeye başladığımız zaman yolumuzun üzerindeki Hıdiv Kasrı veya Mihrâbâd Korusuna uğramayı düşünüyorduk. Yol nereye biz oraya diyerek yola çıktığımızda sevgili nereye gidiyoruz diyerek sorduğu zaman her zamanki cevabımı verdim. Sorma, gel peşimden...


Sevgili nereye doğru yürüdüğümüzü anlamak için yoldaki tabelalara bakıyordu. Belli bir yere kadar Mihrâbâd ve Hıdiv Kasrı tabelası birlikte gözüktüğü için emin olamıyordu. Kavşağa geldiğimizde Yahya Kemal'in Mihrâbâd vasfındaki şiiri geldi aklıma ve Mihrâbâd Korusuna doğru yolumuza devam ettik.

                      Mihrâbâd
Mev'id-î  mehtâba  sâz  açmış  gümüşten  şâhrâh,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmüş  o  mâh,
Mevkib-î  zevrakla  gelmiş  faslı-ı  Sultânî  Yegâh,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmü ş o  mâh.

Kâinât-ı  gaybı  tel  tel  yoklayan  mızrâbdan,
Vehleten  dervâze-î  mâzî  açılmıs  âbdan,
Sebkeden  mehtâblar  bir  bir  uyanmış  hâbdan,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmüş  o  mâh.

Yahya  Kemal  BEYATLI

Bu şiirin ve bu şiiri içeren Münir Nurettin Selçuk icrasının rehberliğinde koruya geldik. Koruyu işleten firmanın lounge tarzı müzik yayın yapmasıyla biraz hayal kırıklığına uğrasam da Serdar Ortaç çalmadıklarına şükrettim. Kanlıca Körfezi'ni Mihrâbâd'dan izlemenin ayrı bir güzelliği vardı. Bahara uyanmaya hazırlanan erguvanları seyrettik. Sahil yoluna inerken kuş seslerini dinledik. Yeni bir çay bahçesi yapmak için dozerlerle genişletilen arazide sökülen makilere üzüldük. Kanlıca'ya doğru yavaş yavaş akşamın tadını çıkartarak indik.
Mavi saatlere meftun olduğumu daha önce söylemiştim ey kari. Akşamın son saatlerinde Kanlıca İskelesine gelip bir çay içtik. İskeleden boğazdaki ışık oyunlarını seyrettik. Aşk ile akşamı karşıladık.




Orman Bakanlığına ait olan korunun işletmesi Bayteks diye bir firmaya verilmişti. Firma ortaklarının isimlerini araştırdım ancak çok fazla sonuç çıktığı için hangisi olduğunu anlayamadım. İşletmeyi devralan firma koru içerisinde yeni tesisler yapıyordu. Hangi akla hizmetle yeni bina yapılmasına izin verildiğini anlayamadım. Kamuya ait yerlerin özel firmalara peşkeş çekilmesinden rahatsız olduğumu da ayrıca beyan etmek istiyorum.

20 Mart 2016 Pazar

Latmos Eteklerinde

2015 yılı bahar aylarında Ege yollarına düştüğüm zaman yollar beni Bafa Gölü'nün kıyısındaki Heraklia Antik Kentine götürmüştü. Zeus'un kızı Ay Tanrıçası Selene ile çoban Endymion arasındaki ölümsüz aşkı hatırlayıp aradığım aşkı bulmak için Selene ve Olimposlulara yalvarmıştım. Aylar sonra duamın kabul olmasıyla Selenem'i bulmuştum. İstanbul'a doğru geze geze yola çıkmışken Söke'den Bodrum-Didim ayrımına saptığımda Aşk Hanım rotamızı bilmiyordu. Kendisini bana emanet etmişti.

Didim sapağını geçip Bodrum yoluna saptığımızda Bafa Gölünün güney eteklerinde bir çay içtik. Çok rüzgarlı bir soğuk gündü. Latmos Dağı uzaktan görünüyordu. Bafa Kasabasının içinden geçerken Kapıkırı tabelasını geçtiğimi fark ettim. Birden durup geri döndüm ve köy yoluna saptım. Sevgili işte o zaman Heraklia'ya doğru yola çıktığımızdan tam olarak emin oldu. Bir veya iki gece Heraklia antik kentiyle iç içe geçmiş Kapıkırı köyünde kalmayı planlıyorduk. 

Agora Pansiyon'a yerleştiğimizde soğuktan her tarafımız titriyordu ama yine de etrafı gezmek istiyorduk. Önce tiyatro tarafına doğru yola çıktık. Yağmurların etkisiyle tiyatroya giden patika epeyce bozulmuştu. Sevgiliyle hoplaya zıplaya tiyatroya ulaştık. Sevgili ineklerden biraz ürkmüştü. Korkmamasını söyleyip yolumuza devam ettik. Kış mevsiminde bile olsa etrafın yeşilliği ve açan dağ laleleri bizi mest etmişti.



Agora ve Athena Tapınağını gezip etrafa hayran bakındık. Daha sonra odamıza geldiğimizde odanın hala soğuk olduğunu gördük. Eski bir köy evi olan odamızın ısı yalıtımı olmadığı için oda ısınmıyordu. Agora Pansiyon'a kışın gitmemek gerektiğini anladık. Akşam yemeğini terasta ocağın başında yedik. Rakı ve kitaplar yemeğimize eşlik ediyordu. Akşamın ışık yansımaları bize eşlik ediyordu.

Hatun da o günü kendi kalemiyle yazmış. Aşk dolu satırları beni o güne götürdü. 

19 Mart 2016 Cumartesi

Göztepe Özgürlük Parkı (Parklar #1)

Blogda son yazdığım yazıda yoğun bir dönem geçirdiğimizi yazmıştım. Bu yoğunlukların ardından bu hafta sonu da mesleki gelişimim için gerekli sınavlarla uğraşıyordum. Sınav için Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsüne öğleden sonra gitmem gerekiyordu. Sabah uyandığımda niyetim erken kalkıp Fenerbahçe Parkına gidip baharı orada selamlamaktı. Havanın soğuk olması ve sınava yeteri kadar çalışamamış olmamdan dolayı evde biraz oyalanıp Göztepe tarafına gittik. Sevgiliyle bir börekçiye oturup çay içerken ben notları gözden geçiriyordum sevgili de kitap okuyordu.

Mola verdiğimiz anların bir tanesinde İstiklal Caddesindeki patlamayı öğrendik. Teröre karşı kinimiz aynı zamanda mücadele etme azmimiz oluyordu. Ankara'daki bombalı saldırılar ve İstanbul'daki canlı bomba eylemi öfkemizi bilemişti. Yavaş yavaş sınav saati yaklaştığında sınavdan çıktıktan sonra bu üzüntümüzü ve gerginliğimizi üzerimizden atmak için yeşile ve baharın ilk uyanışlarına bakmaya karar verdik.
Sevgili beni beklerken sınavdan çıkıp sevgilinin yanına gelirken güzergahı kafamda canlandırmıştım. İstikamet Göztepe Özgürlük Parkı'ydı. Sevgili de kendi blogunda kendi üslubuyla yazmış Okumalara doyamadım. O yüzden ben de bu günün son bölümlerini yazmak istedim. Sevgilinin yazısı için http://yitikzamangezgini.blogspot.com/2016/03/goztepe-ozgurluk-park-yagmur-guncesi.html adresini ziyaret edebilirsiniz.

Yağmur yavaş yavaş çiselerken daha önce haritadan baktığım sokaklardan hızlı dönüşlerle parka doğru yol almaya başladık. Sevgili İstanbul'u benim kadar tanımadığı için nereye gittiğimizi ilk başta anlayamadı. Ben de Hansel ve Gratel masalını anımsattım. Kaybolmamak için yola ekmek ufağı serpmesini söyledim. Bizi puslu bir gök yüzünün altında yeni tomurcuklanmaya başlayan erguvanlar karşıladı.


Erguvanları ve diğer çiçek ve ağaçların uyanışını izlerken günün gerginliği ve haftanın yorgunluğu yavaş yavaş üzerimizden kalkıyordu.





Ben parkı fotoğraflarken sevgili de benim fotoğraflarımı çekiyormuş. Eve gelip bilgisayara fotoğrafları yüklediğimiz zaman aşağıdaki bu fotoğrafı gördüm. Anonim kalmaya özen gösterdiğimiz için genellikle bu tarz fotoğrafları tercih ediyoruz.


Sevgili tomurcukları yavaş yavaş çiçeğe dönmeye başlayan bir erguvanı görünce çok heyecanlandı. Erguvana doğru koşarken baharın bütün coşkusunu taşıyordu.


Sonra kurutup kitap ayracı yapmak için biraz erguvan çiçeği topladık ve benim kitabımın arasına koyduk. Kazım Yetiş'in Yahya Kemal Beyatlı'yı anlattığı eserini okuyordum. Bu arada bir parantez açıp dün gece Yahya Kemal'in bestelenmiş şiirlerini Münir Nurettin Selçuk'tan dinleyerek üstatları yad ettiğimizi de söylemek istiyorum.

Şehrin ortasında kalmış Özgürlük Parkı çevredeki kargalara ve kedilere de ev sahipliği yapıyordu. Koca bir dilim ekmeği suya batırarak yemeye çalışan kargaya çok gülmüştük. Aklıma Gökhan Zan'ın kuğuya bir ekmeği atması geldi. Tam karganın ekmek kavgasını izlerken kedinin bir tanesi de kargayı gözüne kestirmişti. Neyine güvendiyse artık? bu zamana kadar kargalarla kedilerin mücadelesinin kediler lehine bittiğini pek duymadım.

Parkı dolaşmaya devam ederken üç tane kabadayı kedinin bir ağaca kaçan siyah bir kediyi beklemesine şahit olduk. Siyah kedi aşağıda bekleyenlere göre yavru sayılabilecek yaşta olduğu için başa çıkması çok zordu. Sevgiliyle birlikte ağacın dibinde bekleyen kedi çetesini dağıtmaya çalıştık. 2 tanesini kovaladık ama bir tanesi oldukça inatçı çıktı ne yapsak kovamadık. En sonunda banklarda oturan bir hanımefendiye devrettik siyah kediyi koruma görevini ve gezmeye devam ettik.

Parkta pembe ve beyaz çiçekli manolya türlerini de gördük. Acaba sadece adlandırmadan mı manolya denildiğini merak edip baktığımda iki farklı manolya cinsinin hibritlenmesiyle elde ediliyormuş. Yaz günlerinin rehavetini simgeleyen asıl büyük manolyaların açmasına daha aylar olsa da gönlümde o kokuyu hissettim.

Bu kadar erguvandan bahsetmişken Melihat Gülses söylesin. Erguvan zamanı gel bana emi... Ben blog yazmayı bitireyim. Uslu uslu kitap okuyan sevgiliye sarılayım.

Havadan sudan #1

Son 2 haftada işlerin yoğunluğundan biraz hayattan koptuğumu hissediyordum. 2 hafta önce Mersin'de güzel bir hafta sonu geçirmiştik. O hafta sonunda sonraki hafta çok yoğun bir çalışma temposuna girdim. Derken İstanbul'a döndüğümde hava değişimi sevgiliyi de beni de çok kötü etkiledi. İkimiz de hasta olduk ama bitirmem gereken işler olduğu için sürünerek de olsa akşam geç saatlere kadar çalışmaya devam ettim. Ben hasta ve yorgun olarak eve geldiğimde beni rahat ettirmek için elinden geleni yapan sevgilinin hakkını nasıl öderim ki...

Bu yoğunluğun içinde evimize bir de misafir geldi. Evimizin penceresine sürekli gelen Latife Hanım sonunda kendisini kabul ettirmeyi başardı. Çatlaklıklarıyla evimizde bir müddet misafir olduktan sonra ait olduğu sokaklara geri dönmeyi tercih etti. Bir kedinin elektrik süpürgesinin üstüne çıkıp evin nasıl temizlendiğini izlediğine ilk defa şahit olduk.



17 Mart 2016 Perşembe

Yahya Kemal'i Anarken

Bugün çalışırken arkada Yahya Kemal Beyatlı'yı Anma Konseri'nin Münir Nurettin Selçuk'un takdimi ve Neva makamında eserler çalıyor. Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal Beyatlı'nın Itri şiirini okuduktan sonra Yahya Kemal'in en sevdiği bestelerden Neva Kâr'ı söylemeye başladı. Aşiyan'da yatan ervaha selam olsun.



ITRÎ

Rıfkı Melûl Meriç'e

Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmeyen bir ummanda.

Yahya Kemal BEYATLI

15 Mart 2016 Salı

Müze Ziyaret Saatleri

Geçen hafta yarimle Sultanahmet tarafına gitmiştik. Geç kalktığımız ve akşam başka planlarımız olduğu için büyük müzelere girmeyi düşünmüyorduk. Topkapı Sarayı'nın önünden geçerken kapıların kapanmak üzere olduğunu içerideki ziyaretçilerin çıktığını gördüm. Yolumuzun üzerinde Büyük Saray Mozaikleri Müzesi vardı girmeye niyetlendik. Baharın çiçekleri açmasına rağmen müze 16.30'da kapanmıştı ki bu müze tamamen kapalı alandan oluşan bir yer. Bu kadar erken kapanmasına anlam veremedim. Turizmin zor zamanlar geçirdiği bir dönemde müzelerin bu kadar erken kapanması turizme zarar veriyor. Müzenin girişindeki tanıtım tabelasındaki bant izleri de işlerin özensiz bir şekilde yapıldığını gösteriyor. 








14 Mart 2016 Pazartesi

Nafi Baba Mezarlığının kurtuluş hikayesi

Eski bir Boğaziçili olarak Ekşi Sözlük'te gördüğüm bir haber çok etkilemişti. Kampüsünde çimlere uzanıp aylaklık yaptığım, manzarada kimi zaman çay, kimi zaman bira içtiğim eski okulum Boğaziçi Üniversitesi'yle ilgili haberler çok dikkatimi çekiyor.

Rumeli Hisarı yapılırken inşaatı önlemeye çalışan Bizans kuvvetleriyle yapılan muharebede şehit düşen yiğitler Feth-i mübin'in ilk şehitleriydi. Hisarüstü gecekonducularının pervasızlığı ve gecekonducu çomarların çevre düşmanlığı hakkında önemli bulgular sunuyor. Bu talanın önlenmesinde emeği geçen herkesin ruhu şad olsun.

https://eksisozluk.com/entry/31741259


Nafi Baba Türbesi ve mezarlık hakkında araştırma yaparken bölgenin peyzaj çalışmalarının başladığını öğrendim. Mimarlık firmasının sitesi için tıklayınız. Blogdaki fotoğraflar şimdilik peyzaj işlerini yapan firmanın sitesinden alınmıştır. En yakın zamanda bizzat ziyaret edip çekim yapmayı planlıyorum.

Restorasyon İlleti

Son günlerde Aspendos’taki tiyatronun eksik basamaklarının açık renkli kireçtaşı kullanılarak restore edilmesi üzerine mutfak mermeri kullanıldığı yönünde haberlerle hatalı restorasyonlar yeniden gündeme geldi. Aspendos’taki restorasyonla ilgili haberlerden bir tanesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Bilimsel olarak restorasyon yapılırken restore edilen bölümlerin net olarak ayırt edilmesinin önemli olduğunu bu tartışmalar esnasında çeşitli görüşleri okurken öğrendim. Yeni malzeme ile eskisi arasında ton farkı olması doğal ve zaten istenilen bir husus. Ancak ton farkının bu kadar fazla olması estetik olarak göze hoş gelmiyor. Biraz daha koyu renkli bir materyal kullanılabilirdi belki.
Aspendos’taki tiyatro restorasyonu hakkındaki tartışmaların hatalı restorasyon projelerini gündeme getirmesi üzerine uzun zamandır yazmak istediğim bu yazıya başlamanın zamanı geldi. Baştan belirteyim. Mimar veya arkeolog değilim sadece asar-ı atika’dan keyif alan bir meraklıyım.
Son dönemlerde İstanbul’da ve Ege’de yaptığım yolculuklarda çok sayıda restorasyona denk geldim. Bazı restorasyon projeleri genel olarak hoşuma gitse de bazılarından çok rahatsız oldum. Bu nedenle sadece kendi gözlemlerime dayanarak birkaç satır yazmak istiyorum.
Daha önce blogun önceki yazılarından bir tanesinde Edirnekapı’dan Balat’a doğru yaptığım yürüyüşten bahsetmiştim. Söz konusu yürüyüş esnasında Mimar Sinan’ın eseri olan Mihrimah Sultan Camii’nin yeni restorasyondan çıktığını, Kariye Müzesi olarak bilinen Khora Manastırı ve Tekfur Sarayı restorasyondaydı. Mihrimah Sultan Camii’nin restorasyondan çıkmış hali biraz sıcaklığını kaybetmiş gibi geldi. Dediğim gibi uzmanlık alanım olmadığı için net bir yorum yapamayacağım. Kariye Müzesi’nin en önemli bölümleri restorasyon nedeniyle kapalıydı. Kariye Müzesi’nin de bu restorasyon sonucu özgünlüğünü kaybetmesinden endişe ediyorum açıkçası. Tekfur Sarayı’nın içine giremedim ama pencereler çok rahatsız ediciydi.
Tekfur Sarayı’nın biraz aşağısında ufak bir camii güzel gözüküyordu. Gezmek için yöneldiğim zaman yine restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu gördüm. Balat’a yaklaştığımda zamanında yıkılmış eski bir binanın rekonstrüksiyon çalışması vardı.

Başka bir gezide Beyazıt Camii, 2. Beyazıt Türbesi ve çevresindeki pek çok binanın restore edildiğini gördüm. Daha önce gördüğüm olumsuz örnekler nedeniyle endişelendim. Divanyolu’ndaki eski medreselerin de çoğunda hummalı bir çalışma vardı. Sultanahmet Meydanı’ndaki hamam restore edilerek kafeye dönüştürülmüştü.

Restorasyonlar arasında en çok içimi burkanı Süleymaniye Camii restore edilirken caminin Mimar Sinan tarafından özenle hesaplanan akustiğinin bozulması olmuştu.

Alexandria Troas antik kenti yakınlarındaki Apollon Smintheus tapınağının ön cephesi beyaz taşla yapılarak kalıntılar ayağa kaldırılmıştı. Görüntü ilk başta çok rahatsız edici olsa da tapınağın eski halinin hayal edilmesini kolaylaştırdığını söyleyebilirim.

Diriliş Ertuğrul ile Ertuğrul Gazi'nin rantını yiyen kesimin Söğüt'teki Ertuğrul Türbesi'nde yaptıkları restorasyon cinayetlerini de eklemek istiyorum.

İstanbul'da dolaşırken hemen her sokakta bir restorasyon çalışmasına şahit olmak ve bittiği zaman nasıl bir ucubeyle karşılaşacağımdan korkmak istemiyorum. Bu işlerin ehline verilmesi tarihi mirasın korunması için büyük önem taşıyor. 

11 Mart 2016 Cuma

Mavi Saatler #2 (Hayıflanmalar)

İş için Çukurova'ya gittiğimi söylemiş ve hafta sonu Mersin ve Dağlık Kilikya taraflarına sevgiliyle gidişimizden kısaca bahsetmiştim. Bu hafta hep toplantılarla geçti. Toplantının bir tanesinin başlangıcı güneşin yavaş yavaş batmaya başladığı akşamüstü saatlerine denk geldi. Oturduğum yerden dışarıyı izliyordum bazen. Gök yüzündeki açık mavinin yavaş yavaş suya mürekkep katılması gibi koyulaştığını ve lacivert bir geceye merhaba dediğini gördüm.

Fotoğraf çekmeyi sevdiğim için doğanın mavi saatlerdeki ışık oyunlarına aşinayım. Ancak oturduğum yerden karşı binanın çatısının üzerinden gözüken ufak bir gökyüzü parçasından akşamı izleyebiliyordum. Dakika dakika akşamın renkleri değişirken toplantı da devam ediyordu.

Aklım hep kırlarda veya deniz kenarında bu ışık oyunlarını izlediğim anlara gitti. Bedenim ve aklım akışını yönlendirdiğim toplantıda olsa da ruhum ve hayallerim odadan çok uzaklardaydı. Geçen yıl Çanakkale-Küçükkuyu arasında dağları geçerken aynadan seyrettiğim mavi saatleri hatırladım. Keşke dağların arasında virajlı bir yolda direksiyonda olsaydım. Sevgili de yan koltuktaki yerini alsaydı. Münir Nurettin söyleseydi. bazen camları açıp kuş seslerini dinleseydik. Bu hafta İstanbul'dayız. Gün batımına denk getirmeli...

9 Mart 2016 Çarşamba

Kaybolmak (Bazen) Güzeldir

Hafta sonu Osmaniye'de tıkılı kalmamak için sevgiliyle araç kiralayıp Mersin'e geçelim demiştik. Osmaniye'de büyük rent a car firmalarının ofisleri olmadığı için mecburen önce Adana Havalimanı'na gittik. Sevgiliyle aracımızı alıp kendimizi yollara vurduk. Aracımız Opel Corsa'nın baz modeliydi. İç donanım ve konfor konusunda vasat olsa da yoldaki performansı fena değildi. Yakıt tüketimi benzinli otomatik bir araç için bile yüksek sayılabilirdi.

Adana Mersin Otoyolu'na girdiğimizde yağmur devam ediyordu. Yağmura rağmen aracın yol tutuşu tatmin ediciydi. Mersin'e girdiğimizde navigasyon cihazı Hiltonsa Mersin yerine alakasız bir yerlere yönlendirdi. Yolumuzu bulmak için ara yollarda dolaşıp durduk. Mersin'in tabela mantığı da bir tuhaf geldi bize. sürekli yanlış yere girdik. en sonunda bir kadına sorup yolumuzu bulabildik. Yorgun geçen bir haftanın ardından gecenin bir vakti bilmediğimiz bir şehrin pek de tekin olmayan bir mahallesinde kaybolmak biraz tedirgin etti.

Ertesi gün yoğun yağmur eşliğinde Uzuncaburç yönüne doğru yola çıktık. Yol üzerindeki önemli tarihi yerlere ve doğal güzelliklere uğrayarak yolumuza devam ettik. Yağmur bazen şiddetleniyor bazen duruyordu. Narlıkuyu sahile inip Cennet Cehennem çöküntülerine giderken sapağı kaçırdığımızı epeyce sonra farkettik ama yol güzeldi. ormanlar ve bahar bize eşlik ediyordu. 5 dakikalık yoldan sapma gerçekten çok keyifliydi.



 Silifke'ye yaklaşırken gözümüz Uzuncaburç tabelasındaydı. Yolda hızla giderken bir tabelayı son anda fark ettik ama sapağı kaçırdık. tekrar geri dönüp o sapaktan girdiğimizde bir yerden sonra yol ıssızlaştı telefon çekmemeye başladı. Navigasyon saçmalıyordu yine. Yolun bir şekilde ana yola çıkacağını düşünerek ve etrafı seyrederek ferahladık.  Olba krallığına ait küçük savunma kulelerinin ve küçük yerleşimlerin yanından geçtik. bir tanesini biraz gezdik. Bazılarını sadece durup fotoğrafladık. Bu şekilde kaybolmasaydık göremeyeceğimiz bir sürü güzelliği gördük. Pişman değiliz.Sadece erken sapaktan ana yoldan ayrılmışız. Dağlık Kilikya ve Olba yolları muhteşemdi. Sonunda Uzuncaburç'a ulaştık. O gezimizin detayları da başka bir yazıda...

Twitter'da bir dost Silifke'de mavi yengeç yememizi önermişti. Mavi Yengeç yiyecek bir yer ararken Silifke sokaklarında epeyce dolandık. sonra mavi yengecin birahanelerde satıldığını öğrendik. Daha önce hiç yemediğimiz için çok da hevesli değildim. Birahane ortamı uygun olmaz diye düşünüp Mersin'e doğru yola çıktık.

Pazar sabahı erkenden kalkıp Deniz Müzesi ve Tarsus'a gidecektik. Biraz uykuculuğum tuttu. Haftanın ve cumartesi gününün yorgunluğu ile... Tarsus'da St. Paul kilisesinin oraya arabayı bırakıp çevredeki diğer eserleri gezmeye gittik. Bedesten ve Ulu Cami'yi bulduk ama müzeyi kime sorsak bilmiyordu. Navigasyon müze diye bizi kilisenin arkasına geri getirdi. Araca binip söverek dönüş yoluna geçerken Tarsus Müzesi tabelasını gördük. Müze kapanmak üzereyken yetişip ziyaret ettik. Müzede çok eğlendik. Detaylarını başka bir yazıda anlatırım ey kari...

Sevgiliyle İstanbul Göksu'da değildik ama Göksu Nehri'ni Torosların arasında kıvrılırken ve Silifke'de gördük. Göksu demişken Nedim'in bir beyti aklıma geldi.
Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde 

3 Mart 2016 Perşembe

Bahar Yağmurları

Mart ayının ilk günleri mevsim normallerinden oldukça sıcaktı. Erken gelen sıcaklardan bunaldığımız günlerin sona erip ilkbahar yağmurlarının gelmesi baharı, bereketi ve mutluluğu müjdeliyor.

İri taneli yağmur damlaları düştükçe baharın coşkusunu içimde duyuyorum. Kış yağmurları kasvet verirken bahar yağmurunun müjdeleyici bir etkisi var.

Aslında tam da sevgiliyle bütün gün yataktan çıkmadan kitap okuyup keyif yapılacak günler ama çalışmak lazım. Çalışırken bulduğum bu ufak fırsatı değerlendirmek lazım.






1 Mart 2016 Salı

Erguvan Mevsimini Beklerken


İstanbul'un mevsimlerini biraz çiçekler biraz rüzgarlar belirler derler. Lodos ile poyrazın havayı bir anda değiştirirken açan çiçekler de insanın ruh halini değiştirir.

Kıştan yaza geçişi Yahya Kemal ne de güzel anlatmış.

Mevsimler

...

Denizden ve dağdan gelen hüzne kandık. 
Bulutlar dağılsın,bahar olsun artık, 
Duyulsun bir engin seher musikisi. 

Güneş doğmadan mavileşmiş Boğaz'dan, 
Neva-kar açılsın bütün ses ve sazdan, 
Ufuklarda sürsün zafer musikisi.


Yahya Kemal Beyatlı

Şubat sonu Mart başlarında erikler ve bademler biraz da kendilerini gelebilecek ani soğuklara feda ederek İstanbullu'ya baharı müjdelerler. Eriklerle birlikte çimlerin arasında papatya ve karahindibalar gözükmeye başlar. Üşümüş bedenlere bahar yakında biraz daha sabredin nağmesini üflerler.

Şubat aynı zamanda fulyaların saltanatıdır. Çiçekçi tezgahlarından alınan fulyaları koklamanın ve sevgiliye getirmenin ayrı bir sevinci vardır. Sevgilinin gözündeki çocukça neşeyi hiçbir gül veremez.

Derken yavaş yavaş diğer soğanlı bitkiler çıkmaya başlar. Yeni filiz vermiş nergis ve çiğdemler lalenin saltanatının habercisidir. Lale'nin ortasındaki siyahlığın yıldırım düşmüş çiğ damlasından yadigar olduğu söylenir. Parklar lalelerle bezendiğinde erguvanların dallarında ufak tomurcuklar görülür. Tomurcukların patlayıp erguvanların samanyolu gibi şehri aydınlatma zamanı yaklaşmıştır.

Erguvan ağacının gövdesi ve dalları önce çiçeklerle donanır sonra yapraklar görünmeye başlar. O anda bütün boğaz sırtlarını coşkulu bir pembelik kaplar. Bazı yerlerde erguvana leylak ve mor salkımlar da eşlik eder. Yazın sıcak günleri gelmeden gezmenin, yürümenin ve ruhu tazelemenin zamanıdır erguvan mevsimi...

Bazen mevsimini şaşırmış tek bir erguvan kışın ortasında çiçeklerle donanır. İşte o ağaç umudun ağacıdır.

Aşk ile baharı yaşamanın zamanıdır Boğazı kaplayan erguvanlar... Melihat Gülses söylesin. Erguvan zamanı gel bana emi


28 Şubat 2016 Pazar

İstinye Körfezi'nde bu akşam garipliği

Dün akşam sevgiliyle rakı içerken Münir Nurettin besteleri bize eşlik ediyordu. Kadehimizi Aşiyan'da uyuyan ervaha kaldırdık. Yahya Kemal'in İstinye şiiri Münir Nurettin Selçuk tarafından bestelenmişti. Bu akşam İstanbul'dan yüzlerce kilometre uzakta olsak da sevgiliyle bu şarkıyı dinliyoruz. Gönlümüz, kalbimiz İstanbul'da...



İstinye
İstinye körfezinde bu akşam garipliği 
Bir mihnetin sonunda teselli kadar iyi. 
Hulya, serinleşen köyü,her an morartıyor; 
Sessiz gelen saat -başı sürdükçe artıyor. 
Durgunlaşıp bir ayna kadar parlıyan suda, 
Dünya güzel göründü resimleşmiş uykuda. 
Binlerce lale serpili yüzlerce bahçeden 
Beş yüz yılın kadehleridir şimdi yükselen. 
Eşsiz Boğaz!Şerefli hayalin derindedir! 
Senden kalan o levhada her şey yerindedir.

Yahya Kemal Beyatlı

İstinye eskiden boğazdaki mehtab sefalarında sandalların uğradığı koylardan bir tanesiymiş. Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi Mehtapları adlı muhteşem eserinde son demlerine yetiştiği mehtab sefalarını bizlere aktarıyor. Saz ve söz ile ayın ondördünün Boğaz'daki yansımasına eşlik eden şanslı hemşerilerimizin yerinde olmak isterdim. Sandallar İstinye Körfezine geldiği zaman şarkılar ve gazeller susar tepedeki korularda yaşayan bülbüller ötermiş. Koruların az da olsa izleri olsa da İstinye Körfezi önce tersane yapılmasıyla sonra da İspark'ın tekne parkıyla eski günlerinden çok uzakta... 

Sevgiliyle sürekli olarak İstanbul'un ve Boğaziçi'nin bozulmadığı dönemlerde yaşamak istediğimizi söylüyoruz. Huzur'da Mümtaz ve Nuran'ın gezdiği yollarda dolaşırken İstanbul'un ne kadar değiştiğini düşünüp bazen hayıflanıyoruz. 

25 Şubat 2016 Perşembe

Sevgiliyle Boğaz Sefası #1



Salı günü sevgiliyle Boğazda kendimize bir kitap ziyafeti çekmiştik. O gezinin notlarını hatunum yazmış. Link vereyim ben de paylaşayım.

Buyurun o zaman hatunun kaleminden gezinin serencamı...

http://yitikzamangezgini.blogspot.com.tr/2016/02/yol-nereye-biz-oraya-1.html

Kandilli'den Çengelköy'e yürürken yalıların arasındaki ufak bir boşluktan denizi görünce kıyıya kadar inelim demiştik. Vanî Mehmet Efendi Camii'nin sunduğu ufak bir açıklıktan boğaza kavuştuk. Yalılar güzel olsa da sahile inmemizi engelledikleri ve duvarlarıyla denizi örttükleri için denizi özlemiştim. Mustafa Cambaz'ın objektifinden bir foto paylaşmak istiyorum.

Mustafa Cambaz'ın web sitesinin linki de burada...


18 Şubat 2016 Perşembe

Yeni Zamanlar

Ey muhterem kari,
blogun adı eski zamanlar iken yeni zamanlar başlıklı yazı mı olur diyeceksin. ben de geçmişin üzüntüleri geride kalırken şimdiki zamanların ve geleceğin ümit, mutluluk ve vuslat ile dopdolu olduğunu görüyorum. 



Nedim'in beytiyle sevgilinin gelişini bayram olarak kutlamalı. Artık gönül ülkesine bahar vaktidir. 

'Iyd oldu rûze-i gama iftâr vaktidir. 
Devr-i piyâle geşt-i çemen-zâr vaktidir

Kışın en karanlık günlerinde gönlümü ve ruhumu aydınlatan sevgilinin hane-i viranıma teşrifiyle artık bahar geldi. Sabite Tur Gülerman erişti nevbahar eyyamı desin. Gönlümüz sevgilinin sunduğu peymaneyle mest olsun.