İş için Çukurova'ya gittiğimi söylemiş ve hafta sonu Mersin ve Dağlık Kilikya taraflarına sevgiliyle gidişimizden kısaca bahsetmiştim. Bu hafta hep toplantılarla geçti. Toplantının bir tanesinin başlangıcı güneşin yavaş yavaş batmaya başladığı akşamüstü saatlerine denk geldi. Oturduğum yerden dışarıyı izliyordum bazen. Gök yüzündeki açık mavinin yavaş yavaş suya mürekkep katılması gibi koyulaştığını ve lacivert bir geceye merhaba dediğini gördüm.
Fotoğraf çekmeyi sevdiğim için doğanın mavi saatlerdeki ışık oyunlarına aşinayım. Ancak oturduğum yerden karşı binanın çatısının üzerinden gözüken ufak bir gökyüzü parçasından akşamı izleyebiliyordum. Dakika dakika akşamın renkleri değişirken toplantı da devam ediyordu.
Aklım hep kırlarda veya deniz kenarında bu ışık oyunlarını izlediğim anlara gitti. Bedenim ve aklım akışını yönlendirdiğim toplantıda olsa da ruhum ve hayallerim odadan çok uzaklardaydı. Geçen yıl Çanakkale-Küçükkuyu arasında dağları geçerken aynadan seyrettiğim mavi saatleri hatırladım. Keşke dağların arasında virajlı bir yolda direksiyonda olsaydım. Sevgili de yan koltuktaki yerini alsaydı. Münir Nurettin söyleseydi. bazen camları açıp kuş seslerini dinleseydik. Bu hafta İstanbul'dayız. Gün batımına denk getirmeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder