31 Mayıs 2015 Pazar

Latmos Dağı ve Bafa Gölü #1

Latmos Gölü kıyısındaki Heraklia Antik Kentinde en son uğradığım yer olan Athena Tapınağının kalıntılarıyla bu yazıya başlamak istiyorum.

Bafa Gölü ve Beşparmak(Latmos) dağı beni büyüledi. Keşke orada dolunaylı bir gece kalabilseydim. Selene ve çobanın efsanesini bol bol yad ettim. Twitter'da gerçekten takip etmeye değen kişilerden olan @delininsopasi tarafından Selene efsanesiyle ilgili yazılan flood'a efsane kelimesine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Entel Köy Efe Köy'e Karşı filminde Selene efsanesinin anlatıldığı bölüm için tıklayıverin gari. https://youtu.be/PiGnNU0nBEs?t=1h36m39s


Pansiyonlardan bir tanesine uğrayıp fiyat aldım. Alternatif turizm konusunda kendilerini çok geliştirmişler. Almanca ve İngilizce kataloglarını gösterdi. Bir hafta süren trekking gezileri yapılıyormuş. Likya yolu gibi Karia yolu da oluşuyor yavaş yavaş. Agora pansiyonun oda fiyatı gecelik 100 Euroydu ama pansiyon da gerçekten çok güzeldi. İleride bir gece kalmak ve trekking yapmak istiyorum. Mehtaplı bir gecede ben uyurken Selene'nin gelip yanağımdan öpmesi hayaliyle Latmos eteklerinde bir gece kalmak isterdim.
Uğradığım pansiyon Entelköy Efeköy'e karşının senaryosunun yazıldığı yermiş. Yüksel Aksu senaryoyu yazarken Kapıkırı köyünde kalmış. Entelköy Efeköy'e Karşı filminden Şu Köyceğiz Yolları türküsünü de paylaşmak istiyorum. 



Heraklia kenti ile Kapıkırı köyü iç içe girmişlerdi. Köyün okulunun yanında Athena tapınağı ve agora vardı. Köyün duvarlarında eski mermer bloklar gördüm. Büyük Menderes'in gücüne şahit oldum. Eskiden Heraklia deniz kenarındaymış. Büyük Menderes'in taşıdığı alüvyonlarla Söke ovası oluşurken, Heraklia'nın bulunduğu körfezde Bafa Gölü oluşmuş. Tiyatro tabelasını takip ederken Efes gibi Aspendos gibi büyük bir tiyatro görmeyi bekliyordum. Tiyatronun ortasına geldiğim halde fark edemedim. Köylülere sordum. Merdivenler otların arasında kalmış ve küçük bir tiyatroymuş. 

Pastoral kelimesini tam anlamıyla yaşadım. Çobanlar, inekler, inek gübreleri, eşekler ve koyunlarla bugünkü Kapıkırı köyü doğayla iç içeydi.

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Nemrut'un Kızı

Eskiden Halep Eyaletine bağlı bir vilayet olan Urfa'da hem halk müziğinin hem de divan edebiyatının zirve eserleri hala icra ediliyor.

Nedim'in Fuzuli'nin gazelleri okunuyor sıra gecelerinde... Nemrut'un kızı Urfa sıra gecelerine ilişkin en çok sevdiğim türkülerden bir tanesiydi.




29 Mayıs 2015 Cuma

Gök Tengri inanışının izleri

Eski Türklerde Gök Tengri inanışının eseri olarak şarabın ilk yudumu yere dökülür. yemekten ilk lokma çadırdan dışarı atılırmış. Günümüzde de bu geleneğin bazı izleri hala yaşatılıyor.

http://onedio.com/haber/-hepimiz-biraz-samaniz-dedirten-17-adet-ve-gelenek-440443

Antik dünyada ise Dionysos'a saygı olarak şarabın son yudumu yere dökülüyormuş.

Hamiş: Bu geleneğe uygun olarak şarabın ilk ve son yudumlarını toprağa dökmüştüm.

Oyneng Yar

Pagan dönemlerden esinlenen Alman müzik grubu Faun tarafından söylenen Uygur halk şarkısı. Bir Alman'ın Uygurcayı bu kadar güzel telaffuz etmesi şaşırtıcı olsa da şarkı gerçekten çok güzeldir. küçük kedim de bu şarkının ruhuna uygun olarak melodi başlar başlamaz dans etmeye başlıyor.

Uygur Türkçesi:
Bu bahçede kimler bar oyneng yar, oyneng yar
Erler birlen kizlar bar oyneng yar, oyneng yar
Oynaskanga kiz yahse oyneng yar, oyneng yar
bizge köre siz yahse oyneng yar, oyneng yar
Etegim semalige, oyneng yar, oyneng yar
Gül gonzalar acilsin, oyneng yar, oyneng yar
Hay hay hanim yarimsen, oyneng yar, oyneng yar
Ben menim sevgen yarimsen, oyneng yar, oyneng yar
Türkiye Türkçesi:
Bu bahçede kimler var? Oyna yar, oyna yar.
Erler ile kızlar var, Oyna yar, oyna yar.
Oynadığında kız yahşi, Oyna yar, oyna yar.
Bize göre siz yahşi, Oyna yar, oyna yar.
Eteğim havalara, Oyna yar, oyna yar.
Gül goncalar açılsın, Oyna yar,oyna yar.
Hay hay hanım, yarimsin, Oyna yar, oyna yar.
Sen sevdiğim yarimsin, Oyna yar, oyna yar.





28 Mayıs 2015 Perşembe

Aydaki Kadın

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın vefatından sonra müsveddeleri arasında bulunan bu roman, bir puzzle gibi birleştirilerek tekrar kurgulanmıştı. Bir yerde şöyle bir cümle okumuştum. Huzur bir rüyanın romanıysa Aydaki Kadın bir rüyadan uyanmanın romanıdır. Huzur'da Mümtaz ile Nuran'ın aşkına sahne olan İstanbul, Aydaki Kadın'da yıllar sonra aşık olduğu kadını gören bir adamın hayatına eşlik ediyor. Tanpınar'ın bu romanında bazı bölümlerdeki tasvirlerin ve tahlillerin olgunluğundan eğer bitebilseydi bu eserin Tanpınar'ın da dediği gibi hayatının başyapıtı olacağı anlaşılıyor. Kader bizi bu eserin bitmiş halini görme lütfundan mahrum eylemiş.

 Kitabı okumaya başladıktan haftalar sonra bitirdiğimde gönlümde derin bir boşluk hissettim. Rüya bitmiş ve artık uyanma zamanı gelmişti.


26 Mayıs 2015 Salı

Kokular ve hatıralar

Bazı kokular vardır ki insana sebepsiz yere mutluluk verir. İnsan kokunun kaynağını bulmak için etrafına dikkatlice bakmaya başlar ve o zamana kadar keşfedemediği güzellikler ile tanışır.

Bugün İstanbul içinde uzun bir yolculuk yaptım. Yolun uzunluğundan dolayı bıkkınlık gelse de önce akşamüstü etrafı saran iğde kokularıyla mest oldum. Yeni bir canlılık geldi. Sonrasında metroda fesleğen kokularıyla canlandım. Birisi evine fesleğen götürüyordu. Son olarak da belli belirsiz duyulan hanımeli kokularıyla eve girip geceyi nihayete erdirdim. Yorgun da olsam bu kokuları kaydetmeden yatmak istemedim. hanımelinin ayrı bir yeri var. Köşeyi dönmeden belli belirsiz bir kokuyla etrafa dikkatli bakmaya başlarsın ve sonrasında kokunun kaynağı ile karşılaşırsın.

Kokular demişken yıllar önce Side'de bir yaz akşamında çevreden gelen sermest edici kokunun kaynağını araştırdığım gün geldi aklıma. O akşam yaseminlerin kokusunu yakından tanımıştım. Yaz günlerine kokularıyla anlam katan ağaçlardan bir tanesi de manolyadır. Manolyanın mahmur kokusuyla yaz günlerine ayrı bir rehavet karışır.





Karlı bir günde Ferahfeza

Eski arşivi karıştırırken birden bire aşağıdaki fotoğrafı gördüm. O günleri bir yad etmek istedim. İstanbul'a sağlam kar yağdığı günlerden bir tanesinde Twitter üzerinde kendisinden çok şey öğrendiğim Şükufe Konstantinevî Hanımefendi'nin tavsiyesiyle kar yağışını Ferahfeza Mevlevi Ayini eşliğinde izlemiştim.


Evin ışıklarını söndürüp Ferahfeza'nın nağmelerinde hayatımda yeni bir vuzuh aradım. Ayin-i Şerif bittikten sonra Nezih Uzel'in muhteşem sesinden Münir Nurettin Selçuk'un Gezerken Yağmurda Karda bestesini dinleyerek uykuya daldım. Bu zamana kadar Nezih Uzel'i tanıyamamış olmamdan dolayı da kendime teessüf ettim.


19 Mayıs 2015 Salı

Veys FM

90lı yıllarda üniversiteye giderken en çok dinlediğim radyo kanallarından bir tanesiydi. Biraz piyasa tavrına yakın bir yayın politikası olsa da Türk müziğinin pek çok eserini bu radyoda dinlemiştim. Bugün youtube'da dolaşırken bu radyonun jingle'ı olan Sahilde o hoş buseleri aldığım akşam isimli şarkıya rastladım. Veys FM'in Doğuş Grubu tarafından sadece radyo vericisi için satın alınarak yok edilmesine hayıflandım.




Çepçevre Bahar İçinde Bir Yer Gördük

Ege'den ve bahardan bahsettikçe Yahya Kemal Beyatlı'nın iki ayrı rubaisinden Münir Nurettin Selçuk tarafından bestelenen bu muhteşem eseri anmamak olmaz.

Çepçevre bahar içinde bir yer gördük

Ferhad ile Şirin'i beraber gördük

Baktık geceden fecre kadar ellerde
Yıldızlara yükselen kadehler gördük



Eslâf kapıldıkça güzelden güzele

Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şi'r-i kadîm
Bir meş'aledir devredilir elden ele



Beste: Münir Nûrettin Selçuk

Güfte: Yahyâ Kemâl Beyatlı
Makam: Muhayyer
Usûl: Düyek


Eslaf güzelden güzele kapıldıkça gazellere fer verirken bu zamana kadar hece ile yazdığım iki gazelin de ayrılıklardan sonra olması da değişik bir tesadüf olmuş.

2009'da bir bahar gününde Selçuk'a ve Efes'e ufak bir gezinti yapmıştım. Bu satırları yazarken o gün çiçeklerin rengi ve kokusuyla mest olduğum günü hatırladım. O günden kalan bazı fotoğrafları aşağıya ekledim.






Ege Yolları

18-19 Nisan arasında İzmir-Efes-Didim-Miletos-Latmos-İzmir güzergahındaki seyahatimin özetidir. İlgili bölümleri yazdıkça buraya linkleri ekleyeceğim.

ü  2 uçak yolculuğu(SAW-ADB, ADB-SAW)
ü  420 km araç yolculuğu
ü  Yaklaşık 10 km yürüyüş,
ü  670 adet fotoğraf çekip eledikten sonra 570’e indirdim.
ü  Uzun telefon görüşmeleri
ü  Facebook üzerinde yoğun aktivite
ü  3 Antik bölge ziyareti

ü  3 vilayet sınırı geçişi

Yola çıkış
Sabah 07.55 uçağı ile Sabiha Gökçen’den İzmir Adnan Menderes Havalimanı’na uçtum. Parfly sayesinde kiraladığım Fiat 500L ile havalimanından ayrılıp İzmir-Aydın Karayoluna girdim. Dağlar ve ovalarda baharın geldiği gözüküyordu. Ancak ilk mola yerine kadar baharı tam olarak hissedemedim. Selçuk’a yaklaşırken bir dinlenme tesisinde mola verdim. Çardağın tavanı hasır ile kaplıydı ve kırlangıçlar cıvıldayarak uçuşuyordu. Serçeler masalardaki kırıntıları yemek için hiç çekinmeden masaların üzerinde dolaşıyorlardı. O an baharın Ege’ye geldiğini bütün kalbimde hissettim ve yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yola devam ettim.



       Müzikler
Yol boyunca telefonun hafızasındaki kendi müziklerim bana eşlik etti. Eski arabadan kalan yolculuk cdsini de telefona atmıştım. Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Candan Erçetin ve Bülent Ortaçgil ağırlıklı bir müzik listem vardı. Kimi yerde çalan şarkının etkisiyle dudaklarımda ince bir tebessüm belirdiğini hissettim. Bazı yerlerde çalan şarkı ve geçtiğim yol birbirine uyumluydu. Kimi zaman da direksiyona elimle vurarak şarkıya eşlik ettim. Kimi şarkılarda şarkılarda hüzünlendim. Kimi zaman neşe ile doldum. 

Didim'deki Apollon Tapınağı ziyareti
Miletos'a giderken çiçekler arasında bir duraklama
Heraklia Antik Kenti ve Latmos Gölü

Büyük Ada

Bugün işten bir gün izin alarak Büyük Ada'ya gittim. Hafta içi olduğu için tenha olacağını düşünüyordum ama daha iskelede bilet alırken bu fikrimde yanıldığımı anladım. Adaya çıkar çıkmaz bir insan kalabalığının içine düştüm. Fotoğraf makinesini sırt çantasına koyarak bisiklet kiralayarak kendimi ada yollarına vurdum. 

Ada yokuşlarında bisiklet kiralayan çoğu kişinin yeterli kondisyonu olmadığı için yol kenarları dinlenenler ve bisikletin yanında yürüyenlerle doluydu.Faytonlar nedeniyle yolun ortası da kalabalık olunca yokuşlarda birilerine çarpmamak için tempo kaybetmek zorunda kaldım. 

Faytonların oluşturduğu kalabalık, atların bakımsızlığı, at gübresi kokuları ve gübrelere gelen sineklerden dolayı fayton ve at kavramından epeyce tiksindim. Adalarda faytonların yasaklanmasıyla ilgili daha önce çeşitli tartışmalar yaşanmıştı. Atların bakımsızlığını ve faytonların artık ada kültürünün bir parçası olmak yerine adaların değerini düşüren bir unsur olduğunu gördüğüm için faytonların yasaklanmasının veya sayısının azaltılıp denetim standartlarının geliştirilmesinin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Adada bisiklet kullanmaya çalışırken faytonlarla ilgili epeyce fantezi geliştirdim. Faytona binmek için fayton ücreti yanında bir tabak da at gübresi yeme zorunluluğu getirilse güzel olurdu. Büyük tur güzergahında at ahırlarının olduğu yerden geçerken sinek ve kokudan çok rahatsız oldum. 

Kartal Belediyesinin sosyal tesislerine gidip bir çay içip dinlenmeyi düşünüyordum. Tesis sakindi ben geldiğimde 2 turist kadın biralarını yudumluyorlardı. Hala masumca çay içmeyi düşünsem de çayın o anda olmadığı söylenince ben de bira söyledim.

Anadolu çomarlarından uzakta sessiz sakin bir yerde denizi seyrederek ve arada Reşad Ekrem Koçu'nun Eski İstanbul'da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri isimli eserini okuyarak biramı yudumladım. Kitabın ruhuna uygun şekilde bira eşliğinde bitirdim. Bu arada ecdat fantezisi kuranların da ecdadın çok da masum olmadığını unutmamaları gerekiyor. Daha fazla detay merak edenler kitabı okusun ve Osmanlı'da lutiliğin ne kadar yaygın olduğunu araştırsın. 

Dil uyur mest olarak yar-i dilârâ söyler diye başlayan Yahya Kemal şiiri yol boyunca gönlüme takıldı. Dilburnu denilen bölgeyi görünce Yahya Kemal'in o taraflardaki gezintileri ve Celile Hanım ile Adalar ve Erenköy'deki aşkları aklıma geldi. Sonrasında da dil uyur diyerek dolaştım yollar boyunca...

Söyler

Dil uyur mest olarak yar-ı dilara söyler
Gül susar şerm ederek bülbül-i şeyda söyler

Şeb-i yeldada uzar fecre kadar kıssa-i aşk
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler

Ehl-i akl anlamaz efsüs lisan-ı dilden
Zanneder aşık-ı divane muamma söyler

Görmüş ayine-i safında o serv-endamın
Cüy gülşende bu rü'yasını hala söyler

Böyle beş beyti bu guyende redif üzre kemal
Maili söylese bir alem-i mana söyler

15 Mayıs 2015 Cuma

Mihrabad

Güneşin abad ettiği yer anlamına gelen Mihrabad, Kanlıca Körfezini tepeden gören konumuyla Yahya Kemal'e Mihrabad Gazelinde 
“Şeb nedir Körfez’de Mihrabad’dan görmüş o mâh” 
mısrasının ilhamını vermiş. 

Ziyaret ettiğim zamanlarda Yahya Kemal'e bu ilhamı veren güzelliği bir nebze hissedebilsem de eski zamanlarını merak ediyorum. Abdülmecid devrinde Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi Mehtapları isimli eserinde anlatılan saz ve söz dolu mehtab sefalarında bülbüllerin hanendelerle yarıştığı bir yermiş Mihrabad... 

Geçmiş zamanlarda yaşamak için bir seçim yapma şansım olsaydı hangi dönemi seçerdim diye düşünüyorum. Mehtab sefaları ve musikinin büyük üstatlarının eserlerinin unutulmadığı ve İstanbul'un yağmalanmadığı son devirler olan Mecid döneminde yaşamak isterdim. Belki 1930'ların altın çağında yaşamanın da hayali güzel geliyor. 

Körfezdeki dalgın suya bir bakayım belki eski günlerden birisini görürüm. 

12 Mayıs 2015 Salı

Tezat ve bütünlemeler

Farklı zamanlarda yazdığım ilk bakışta tezat gibi görünen kavramların aslında bir bütünün parçası olduğunu anlatan iki kısa notu burada paylaşıyorum.

İran zeminde Cemşid ile mey içen de Lykia'da Dionysos ile üzümden şarap yapan da, Sümer de Tammuz ile arpanın suyundan mest olan da Altaylarda bir çamçak kımız içip Gök'te Tengri olan da bendendir. Nesimi'yle ene'l hak diyen de bendim. Nietzsche'ye tanrı öldü insandır yeni ilah dedirten de benim...
La mevcude illa ene:))


Lafz-ı bişnevde var olduk. İşittik ve dünyayı idrak ettik. Ayin-i cemde ratl-ı giran asuman gibi döndükçe bahtımızı okuduk mey nuş ederken önümüze gelen beyitten...
Hem Phoibos Apollon ile avcı olup hem ürkek Daphne ile av olduk. Nergis gibi kapıldık ayinedeki aksimize. Ayine-i pür tab-ı mücelleda nihan olduk.

Şerh:
Dionysos ve Cemşid Şarap ve eğlencenin İran'daki ve antik Yunan'daki iki yansıması
Nergiz efsanesi Narcissus'a aşık olan ancak aşkına karşılık bulamayan Echo'nun dileğinin kabul edilerek Narcissus'un kendi aksine aşık olmasıdır. "Ayine-i mücellada nihan olmak" Edirne Mevlevihanesi Şeyhi Neşati'nin Nihanız redifli gazelinde geçen kişinin kendi benliğini silmesi motifidir.
Ratl-ı giran eski dönemde şarap içerken kullanılan kadehtir. Saki her konuğa kadehi döndürerek uzatır ve herkes farklı yerden içmiş olur. Bazı kaselerde içkinin erdemini anlatan beyitler olurmuş. İçmeden önce kase üzerindeki kendi karşısına gelen beyti okurmuş konuklar. Asuman divan şiirinde gökyüzü yerine kullanılan bir motif. Kase de gökyüzü gibi dönüyor.
Apollon ve Dionysos'un hayatın iki farklı tarafını sembolize ettiği düşünülür. Bir taraf mantık bir taraf coşkudur.



Mavi Saatler #1 (Kaz Dağları)

Düz yollardan ziyade dağ yollarını sevdiğimi daha iyi anladım. Hayatın da düz yollarından ziyade inişli çıkışlı ve bol virajlı dağ yollarını daha çok seviyorum. Yaptığım seyahatlerde de düz yolda uykum gelirken dağ yollarında daha enerjik ve mutlu olduğumu fark ettim. Mavi saatleri anlatmaya başlamadan önce mavi saatlerin başlangıcında Çanakkale çıkışında durduğum bir mola yerinden çektiğim fotoğrafları paylaşmak istiyorum.

Çanakkale şehitlik ziyaretçileri nedeniyle çok kalabalık olduğu için otel bulamayacağımı anladım. Bu nedenle çok oyalanmadan Körfez'e doğru yola devam ettim. Aşağıda Küçükkuyu sahilinde bir lokantaya oturur oturmaz yazdığım kısa bir notu paylaşıyorum. Trafiğin yoğun olmasından dolayı sağa çekip anın tadını çıkarma fırsatı bulamasam da aynalardan ve camdan gördüğüm güzellikler beni mest etmişti.

Ezine Edremit arasında Kaz Dağları geçişini günün akşama kavuştuğu mavi saatlerde yaptım. Gök yüzünde yeni yükselen mehtab, aynadan gördüğüm batan güneşin kızıllıklarına eşlik ediyordu. Mavi saatlerde dağlar, ağaçlar ve yollar daha bir güzel görünüyordu.  Edremit körfezi ilk defa göründüğü anda mavi saatler, artık yerini gecenin siyahlığına bırakırken ayın şavkıması suya vuruyordu.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

İstanbul-Bolayır Arası

Yola çıkış
2 hafta önce İzmir'den güneye doğru yaptığım yolculuğun tadı damağımda kaldığı için RBA olarak kodladığım Rakı Balık Ayvalık hedefiyle yeni bir seyahat planlamaya başlamıştım. Yeni seyahate hazırlanırken güzergah ve rota konusunda fazla planlama yapmadan yol beni nereye götürürse oraya gidecek şekilde yola çıkmayı tercih ettim. Hafta sonu ile birleşen 1 Mayıs tatilini fırsat bilerek İstanbul'dan araç (Kırmızı bir Fiat 500L) kiralayarak yola çıktım. Sabahın erken saatleri olmasının etkisiyle İstanbul'u doğudan batıya doğru fazla vakit kaybetmeden rahatça geçtim. İstanbul'dan yola çıkarken hava kapalıydı ve bazen sis nedeniyle silecekleri çalıştırmak zorunda kalıyordum. İlk anlarda havanın kapalı olmasının fotoğraf çekimlerini ve gezme planlarını olumsuz etkilemesinden endişelensem de moralimi bozmadan yoluma devam ettim. 

Marmara Ereğlisi
İlk mola yerim Marmara Ereğlisi'ydi. Marmara Ereğlisinde bir kahvaltı yapıp günün ilk fotoğraflarını cep telefonuyla çekmeye başladım. Yola devam etmeden önce ufak ihtiyaçlarım için bir markete gittim. Mangalcılar etin yanında içmek için nevalelerini alıyorlardı. İstanbul'da görülme endişesinden tekel reyonunu fazla detaylı inceleyemeden alacağımı alıp çıktığım için tanınma ve görülme endişesinden uzak bir şekilde şarapları ve rakı çeşitlerini detaylı bir şekilde inceledim. Önümde uzun bir yol olduğu ve saat çok erken olduğu için içim gitse de içecek olarak sadece su alarak yoluma devam ettim. Kahvaltı yaptığım çay bahçesi Heraklia Otel'in önündeydi. 2 hafta önce Latmos kıyısındaki Heraklia antik kentinde olduğum için otelin ismi dikkatimi çekti. Marmara Ereğlisi'nin Bizans dönemindeki adı da Heraklia'ymış. Bir Heraklia'nın hatıraları ile mesutken yol beni farkında olmadan diğer bir Heraklia'ya götürdü. Bu güzel tesadüfe sevindim. Fotoğrafta da görüldüğü gibi hava hala kapalı. Yol arkadaşım da aşağıda...


Evden çıkarken güneş gözlüğümü almayı unuttuğum için gözüm hep alışveriş merkezlerindeydi ancak yol üzerindeki alışveriş merkezlerinin yanından ya hızlı geçtim ya da yolun karşı tarafında oldukları için geri dönmeye üşendim. Böylece bu geziyi gözlüksüz tamamladım. 

Marmara Ereğlisi'nden sonra yol kenarlarındaki tarlaları seyrederek Tekirdağ'a ulaştım. Eskiden Çanakkale-Edirne yolu Tekirdağ'ın içinden geçiyordu. Çevre yolu yapıldığını görünce şaşırdım. Yol kenarındaki tarlaların güzelliğini seyrederek yoluma devam ettim. Özellikle sapsarı çiçeklerle bezenmiş kanola ekilen tarlalar yola ayrı bir güzellik katıyordu. Çoğu yerde durmak için uygun yer olmadığı için kanola tarlalarını çekmeye fırsat bulamadım. Kanola tarlalarının nasıl göründüğünü merak edenler buraya tıklayabilir.

Şarköy Sapağı
Şarköy sapağına geldiğimde Şarköy yoluna girip yaklaşık 5 km gittikten sonra bir çeşme başında kısa bir süre durakladım. Şarköy'e 30 kilometre vardı ve aynı yolu tekrar geri dönmem gerekeceğini düşünerek Şarköy'e uğramadan yoluma devam ettim. Şarköy ile Gelibolu arasında sahilden bir yol olduğunu Gelibolu'ya yaklaşırken öğrendim. Şarköy'e uğrasaydım yerel şaraplarla arabanın bagajını dolduracaktım. Nasip değilmiş. Yol biraz daha geniş ve düz olsaydı belki Şarköy yoluna girerdim ama yolun dar ve virajlı olması hızımı azalttığı için zaman kaybetmek istemedim.

Malkara-Keşan arasında ormanlık bir yerde mola verip öğle yemeği yedim. Hedefe doğru yaklaşırken havanın yavaş yavaş açmaya başlaması beni çok mutlu etti. Yolum hala uzun olduğu için Trakya'da fazla oyalanmadan hız sınırının izin verdiği maksimum hızla yoluma devam ettim.

Gazi Süleyman Paşa ve Namık Kemal'in huzurunda
Gelibolu'ya yaklaşırken Bolayır tabelasını gördüğüm zaman Rumeli ve Gelibolu Fatihi Gazi Süleyman Paşa'nın ve Namık Kemal'in Bolayır'da medfun olduklarını hatırladım. Anayoldan fazla uzaklaşmam gerekmediği için Bolayır'a saptım. Bolayır fazla gelişmemiş ve küçük bir kasaba görünümündeydi. Gazi Süleyman Paşa Türbesine gelince ilk önce vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal'in kabri önünde Türk töresince diz vurdum. Yaşadığımız günlerde de hürriyete ne kadar susuz olduğumuzu ve çağın müstebitlerini düşündüm. Namık Kemal'in kabri zannederek girişteki alanı bol bol çektikten sonra asıl kabrin içeride olduğunu anladım. Namık Kemal gelincikler, laleler ve leylaklar içinde içinde uyuyordu.




Orhan Gazi'nin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa bir av esnasında atından düşerek hayatını kaybetmişti. Eski Türk töresine uygun olarak atıyla birlikte gömülmüştü. Bu da Osmanlı'nın ilk kuruluş döneminde heteredoks bir inanç yapısına sahip olduğunu gösteriyor. Gazi Süleyman Paşa'nın ve atının kabirlerine ziyaretçiler tarafından bayrak ve çiçek bırakılmıştı ama aynı türbede yatan lalasının kabrine hiçbir şey bırakılmamıştı. Tuhafıma gitti. İnsanların cahilliğine bıyık altından güldüm. Türbenin bahçesinden biraz Saroz Körfezini seyrettikten sonra yakındaki bir kahvede çay içerek yoluma devam ettim.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Söyler

  
 Boğazda bir tepede mehtabı seyreden iki aşığın birbirleriyle muhabbetini anımsatan bir gazel...

SÖYLER

Dil uyur mest olarak yar-ı dilara söyler
Gül susar şerm ederek bülbül-i şeyda söyler

Şeb-i yeldada uzar fecre kadar kıssa-i aşk
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler

Ehl-i akl anlamaz efsüs lisan-ı dilden
Zanneder aşık-ı divane muamma söyler

Görmüş ayine-i safında o serv-endamın
Cüy gülşende bu rü'yasını hala söyler

Böyle beş beyti bu guyende redif üzre kemal
Naili söylese bir alem-i mana söyler

Eski şiirin rüzgarıyle, 1962 YAHYA KEMAL BEYATLI


Neyle Konuştum



Münir Nurettin Selçuk'un bu bestesi hatırıma geldiği zaman İnternet'te pek bilgi olmadığını gördüm.

Sufi ney ile konuşurken, uşşak mey ile konuşur.

Ver Saki


Refik Fersan'ın muhteşem bestesini Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal'in İnşirah gazelinden iki beyit ekleyerek okuyor.

Dert varsa elbet inşirah yani ferahlama da vardır. Perslerin Cem, Kadim Yunan'ın Dionysos dediği şarab tanrısının ruha ferahlama vereceğini söyler Kemal...

İNŞİRAH GAZELİ

                           
                                    -  1920 -

Bu bezm-i ehl-i keder sürsün inşirâha kadar
Piyâle ortada devreylesün sabâha kadar

Şerâitin ne mübârek nizâmdır ey Cem
Harâm olan meyi tecvîz eder mubâha kadar

Bahâr mevsimi farzeyleriz bizimdir hep
Açan şu kırmızı gülden esen riyâha kadar

Bilâ tereddüd inandık ki sendedir ey mey
Ne varsa derde devâ çâre-î felâha kadar

Gönül ki özge hümâdır kalır mı yerde Kemâl
Uçup açılmalı son hamle-î cenâha kadar

Yahya Kemal BEYATLI


İnşirah demişken Bebek'teki İnşirah Sokağı'nı anmadan olmaz. Etiler'den Bebek koyuna inen bu yokuşta manolya ve erguvanlar ruha ferahlık verirken yokuşun dikliği unutulur. Yokuşun bir fotoğrafını internette aradım. İstediğim gibi bir fotoğrafa rastlayamadım. 

Mübadele

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye'deki Hristiyanlar ile Yunanistan'daki Müslümanlar mübadele edilmişti. Mübadelenin iki toplum için de acı sonuçları olsa da Türkler ve Rumlar artık birlikte yaşayamaz hale geldiği için sonuçları bakımından iki ülke için de hayırhah olmuştur. Mübadele ile ilgili belki de en önemli eleştirilebilecek nokta mübadelenin din temelli olarak yapılmasıydı. Karamanlı denilen Türkçe konuşup Türkçe ibadet eden yazı dilleri Yunan alfabesiyle Türkçe olan bir topluluk mübadele ile Yunanistan'a gönderilirken, Müslüman olmuş Karadeniz Rumları gibi bazı Türk olmayan Rum kökenli topluluklar Türkiye'de kalmıştı. Aynı şekilde Yunanistan'daki Pomak, Arnavut vb Türk olmayan topluluklar da Müslüman oldukları için Türkiye'ye gönderildiler.

Rumlar ve Türklerin huzur içinde iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşadığı 1800'ler öncesi dönemde huzurun garantisi Osmanlı Devletinin gücüydü. Devlet otoritesi sağlam olduğu ve dış güçlerin kışkırtmalarına rağmen birlikte yaşama iradesi korunduğu için Türkler ve Rumlar dostça yaşayabiliyordu. Yunan isyanı öncesinde başlayan Fener Rum Patrikhanesi ve kilisenin düşmanlık ekme çalışmaları devletin de güçten düşmesiyle meyve vermiş ve Yunan Devleti kurulduktan sonra Mora'da, Teselya'da ve Ege adalarındaki Türk nüfusa yönelik büyük katliamlar yapılmıştı. Anadolu'daki Yunan işgali esnasında yerli Rumların Yunan ordusuyla işbirliği yaparak Batı Anadolu'da katliam yapmaları ve Karadeniz'de yaşayan Rumların Pontus Devleti kurmak için çeteler kurmaları sonucunda Anadolu'da yaşayan Rumların artık bu topraklarda huzur içinde yaşama hakları ve imkanları kalmamıştı.

Küçükkuyu'da iki milletten mübadiller anısına yapılmış heykeli gördükten sonra mübadelenin getirdiği kişisel trajediler ve huzurun bozulmasının sonuçları hakkında kendimle hasbihal ettim. Dostça yaşamak isteyen topluluklara her zaman kapımız açık olsa da düşmanlık gösterene ihanet edene cevabımız Yavuzca olacaktır. Kişisel olarak bu ülkenin kültürel zenginliğinden bir parçanın eksilmesine ve mübadeleyle belki hiç günahı olmayan ailelerin de bu ülkeden gitmek zorunda kalmasına üzülüyorum. Bir daha böyle olayların yaşanmaması dileğiyle...


Anzac Günü ve Gelibolu

Kilitbahir'den Çanakkale'ye geçerken bayrağını seçemediğim bir Meko-200 sınıfı bir fırkateyn dikkatimi çekmişti. Fotoğrafa bilgisayarda bakında borda numarası ve isminden Avustralya Kraliyet Donanması'na bağlı HMAS Anzac III (150) fırkateyni olduğunu gördüm. Bu arada geminin komutanı benden 5 yaş büyük bir kadın subaymış. Bu da benim için ayrı bir şaşırma vesilesi oldu.

Anzac günü etkinlikleri için Avustralya Kraliyet Donanması'ndan da bir fırkateyn gelmiş. Onu göremedim. Feribot kuyruklarında beklerken Karadeniz'den Ege'ye giden bir Rus savaş gemisi gördüm ama bulunduğum konum itibariyle fotoğraflama imkanı bulamadım.


HMAS
 
Anzac
 
(III)

HMAS Anzac
Commanding Officer
Class
Anzac
Type
Pennant
FFH 150
Motto
United We Stand
Home Port
Laid Down
5 November 1993
Launched
16 September 1994
Commissioned
18 May 1996
Dimensions & Displacement
Displacement3,759 tonnes
Length118 metres
Beam14.8 metres
Draught4.35 metres
Performance
Speed28 Knots
Range6000 nautical miles
Complement
Crew173
Propulsion
Machinery
  • 1 x General Electric LM2500 gas turbine engine
  • 2 x MTU 12V 1163 diesels driving two controllable pitch propellers
Armament
Missiles
  • Mk 41 vertical launch system with Sea Sparrow anti-air missile
  • Harpoon Anti-Ship Missiles
Guns
  • 5 inch Mk45 Mod 2 automatic rapid fire gun
  • 4 x 50 calibre (12.7mm) machine guns
Torpedoes2 x Mk32 Mod 5 triple mounted torpedo tubes
Physical Countermeasures
  • Loral Hycor SRBOC decoy launchers
  • BAE Nulka decoy launchers
  • FEL SLQ-25C towed torpedo decoy
Electronic Countermeasures
  • Thales Centaur radar intercept
  • Telefunken PST-1720 comms intercept
Radars
  • Raytheon SPS-49(V)8 ANZ
  • CEAFAR Active Phased Array Radar
  • Kelvin Hughes Sharp Eye Navigation Radar
  • CEAMOUNT Illuminators
  • Celsius Tech Ceros 200 Fire Control Director
  • Cossor AIMS Mk XII IFF
Sonars
  • Thomson Sintra Spherion Sonar
  • Thales UMS 5424 Petrel Mine and Obstacle Avoidance Sonar
Combat Data SystemsSaab Systems 9LV 453 Mk 3E
Electro-optic Systems
  • Saab Systems Ceros 200
  • Sagem VAMPIR IRST
Helicopters1 S-70B-2 Seahawk
Awards
Inherited Battle Honours
Battle Honours
HMAS Anzac Badge
HMAS Anzac is the first of her class and a modern warship, capable of operating in a multi-threat environment. Anzac's design is based on the German Meko 200 Class that uses modular construction methods. A feature of this method was the ability to share the construction of the 8 Australian and 2 New Zealand vessels throughout Australia and New Zealand.
Anzac is fitted with an advanced package of air surveillance radars; hull mounted sonar and electronic support systems that interface with state-of-the-art weapons systems. Anzac's armament comprises a five-inch (127-mm) gun, Harpoon missiles, Evolved Sea Sparrow Missiles and Ship Launched Torpedoes.
The ship can embark a multi-role Seahawk helicopter to enhance anti-submarine, anti-surface warfare and Search and Rescue capabilities. Embarkation of a helicopter also provides the ship with the capability to deliver air-launched torpedoes.
In 2014, Anzac was the third Anzac Class Frigate to complete the Anti-Ship Missile Defence upgrade program, which provides an enhanced sensor and weapons systems capability. The upgrade showcases Australian design and integration capability, with new Phased Array Radar technology designed by CEA Technologies in Canberra, upgrades to combat systems performed by Saab Systems in South Australia, and platform integration design by BAE Systems in Victoria.
Anzac is the third Royal Australian Navy ship to carry the name of an Australian legend. Named after the Australian and New Zealand Army Corps during the First World War, the ANZAC's landed on the Gallipoli Peninsula as part of a larger Allied Force on the 25th of April 1915, meeting fierce resistance from the Turkish defenders. The campaign dragged on for a further eight months of hellish trench warfare, giving berth to a legend of endurance, selflessness, dedication to duty and mateship in the most demanding of environments. It is a shared memory of common sacrifice for the nations involved, regardless of nationality or religion, providing an enduring example for the men and women of the Australian Defence Force and Australian's as a whole. Anzac Day is annually commemorated in Australia on the 25th of April. As such, Anzac proudly bears her name underpinned by the motto - "United We Stand".
In maintaining a close link with the rich traditions of the Anzac spirit, during the Northern Trident 05 deployment, Anzac visited Anzac Cove, Gallipoli for the 90th Anniversary of the landings. In company with warships of Britain, France and Turkey, Anzac provided a stunning backdrop to the official dawn service ceremony whilst some members of her crew participated in the services ashore. During Northern Trident 05, Anzac celebrated the 200th Anniversary of the Battle of Trafalgar in the UK as part of the International Fleet Review.
Anzac has been granted freedom of entry to the City of Albany, Western Australia, the departure port for the ANZAC's of old and also has a close association with the City of Rockingham. The Warnbro High School, near her homeport, has established the 'HMAS Anzac Learning Centre' that promotes the education of our Navy and the history of Australia 's most costly war.
Other notable events Anzac participated in have included deployments to the Arabian Gulf, culminating in Naval Gunfire Support of British Royal Marines landings on Al Faw Peninsula, Iraq in 2003. Anzac has also successfully contributed to Fisheries Protection, Border Protection and Maritime Rescue Operations through her years of service.
In 2015 Anzac will undertake Northern Trident 15, where she will participate in the commemorative events for the 100th Anniversary of the ANZAC landings at Anzac Cove, Gallipoli.