31 Mart 2016 Perşembe

Mihrâbâd

2. Abdülhamit zamanında Abbas Halim Paşa'nın kızına yüz görümlüğü olarak hediye edilen Mihrâbâd korusunda sevgiliyle bir yürüyüş yapıp kuş seslerinin ahengiyle mest oluşumuzu beyandır.

Kavacık'tan Kanlıca'ya doğru yürümeye başladığımız zaman yolumuzun üzerindeki Hıdiv Kasrı veya Mihrâbâd Korusuna uğramayı düşünüyorduk. Yol nereye biz oraya diyerek yola çıktığımızda sevgili nereye gidiyoruz diyerek sorduğu zaman her zamanki cevabımı verdim. Sorma, gel peşimden...


Sevgili nereye doğru yürüdüğümüzü anlamak için yoldaki tabelalara bakıyordu. Belli bir yere kadar Mihrâbâd ve Hıdiv Kasrı tabelası birlikte gözüktüğü için emin olamıyordu. Kavşağa geldiğimizde Yahya Kemal'in Mihrâbâd vasfındaki şiiri geldi aklıma ve Mihrâbâd Korusuna doğru yolumuza devam ettik.

                      Mihrâbâd
Mev'id-î  mehtâba  sâz  açmış  gümüşten  şâhrâh,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmüş  o  mâh,
Mevkib-î  zevrakla  gelmiş  faslı-ı  Sultânî  Yegâh,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmü ş o  mâh.

Kâinât-ı  gaybı  tel  tel  yoklayan  mızrâbdan,
Vehleten  dervâze-î  mâzî  açılmıs  âbdan,
Sebkeden  mehtâblar  bir  bir  uyanmış  hâbdan,
Şeb  nedir  Körfez'de  Mihrâbâd'dan  görmüş  o  mâh.

Yahya  Kemal  BEYATLI

Bu şiirin ve bu şiiri içeren Münir Nurettin Selçuk icrasının rehberliğinde koruya geldik. Koruyu işleten firmanın lounge tarzı müzik yayın yapmasıyla biraz hayal kırıklığına uğrasam da Serdar Ortaç çalmadıklarına şükrettim. Kanlıca Körfezi'ni Mihrâbâd'dan izlemenin ayrı bir güzelliği vardı. Bahara uyanmaya hazırlanan erguvanları seyrettik. Sahil yoluna inerken kuş seslerini dinledik. Yeni bir çay bahçesi yapmak için dozerlerle genişletilen arazide sökülen makilere üzüldük. Kanlıca'ya doğru yavaş yavaş akşamın tadını çıkartarak indik.
Mavi saatlere meftun olduğumu daha önce söylemiştim ey kari. Akşamın son saatlerinde Kanlıca İskelesine gelip bir çay içtik. İskeleden boğazdaki ışık oyunlarını seyrettik. Aşk ile akşamı karşıladık.




Orman Bakanlığına ait olan korunun işletmesi Bayteks diye bir firmaya verilmişti. Firma ortaklarının isimlerini araştırdım ancak çok fazla sonuç çıktığı için hangisi olduğunu anlayamadım. İşletmeyi devralan firma koru içerisinde yeni tesisler yapıyordu. Hangi akla hizmetle yeni bina yapılmasına izin verildiğini anlayamadım. Kamuya ait yerlerin özel firmalara peşkeş çekilmesinden rahatsız olduğumu da ayrıca beyan etmek istiyorum.

20 Mart 2016 Pazar

Latmos Eteklerinde

2015 yılı bahar aylarında Ege yollarına düştüğüm zaman yollar beni Bafa Gölü'nün kıyısındaki Heraklia Antik Kentine götürmüştü. Zeus'un kızı Ay Tanrıçası Selene ile çoban Endymion arasındaki ölümsüz aşkı hatırlayıp aradığım aşkı bulmak için Selene ve Olimposlulara yalvarmıştım. Aylar sonra duamın kabul olmasıyla Selenem'i bulmuştum. İstanbul'a doğru geze geze yola çıkmışken Söke'den Bodrum-Didim ayrımına saptığımda Aşk Hanım rotamızı bilmiyordu. Kendisini bana emanet etmişti.

Didim sapağını geçip Bodrum yoluna saptığımızda Bafa Gölünün güney eteklerinde bir çay içtik. Çok rüzgarlı bir soğuk gündü. Latmos Dağı uzaktan görünüyordu. Bafa Kasabasının içinden geçerken Kapıkırı tabelasını geçtiğimi fark ettim. Birden durup geri döndüm ve köy yoluna saptım. Sevgili işte o zaman Heraklia'ya doğru yola çıktığımızdan tam olarak emin oldu. Bir veya iki gece Heraklia antik kentiyle iç içe geçmiş Kapıkırı köyünde kalmayı planlıyorduk. 

Agora Pansiyon'a yerleştiğimizde soğuktan her tarafımız titriyordu ama yine de etrafı gezmek istiyorduk. Önce tiyatro tarafına doğru yola çıktık. Yağmurların etkisiyle tiyatroya giden patika epeyce bozulmuştu. Sevgiliyle hoplaya zıplaya tiyatroya ulaştık. Sevgili ineklerden biraz ürkmüştü. Korkmamasını söyleyip yolumuza devam ettik. Kış mevsiminde bile olsa etrafın yeşilliği ve açan dağ laleleri bizi mest etmişti.



Agora ve Athena Tapınağını gezip etrafa hayran bakındık. Daha sonra odamıza geldiğimizde odanın hala soğuk olduğunu gördük. Eski bir köy evi olan odamızın ısı yalıtımı olmadığı için oda ısınmıyordu. Agora Pansiyon'a kışın gitmemek gerektiğini anladık. Akşam yemeğini terasta ocağın başında yedik. Rakı ve kitaplar yemeğimize eşlik ediyordu. Akşamın ışık yansımaları bize eşlik ediyordu.

Hatun da o günü kendi kalemiyle yazmış. Aşk dolu satırları beni o güne götürdü. 

19 Mart 2016 Cumartesi

Göztepe Özgürlük Parkı (Parklar #1)

Blogda son yazdığım yazıda yoğun bir dönem geçirdiğimizi yazmıştım. Bu yoğunlukların ardından bu hafta sonu da mesleki gelişimim için gerekli sınavlarla uğraşıyordum. Sınav için Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsüne öğleden sonra gitmem gerekiyordu. Sabah uyandığımda niyetim erken kalkıp Fenerbahçe Parkına gidip baharı orada selamlamaktı. Havanın soğuk olması ve sınava yeteri kadar çalışamamış olmamdan dolayı evde biraz oyalanıp Göztepe tarafına gittik. Sevgiliyle bir börekçiye oturup çay içerken ben notları gözden geçiriyordum sevgili de kitap okuyordu.

Mola verdiğimiz anların bir tanesinde İstiklal Caddesindeki patlamayı öğrendik. Teröre karşı kinimiz aynı zamanda mücadele etme azmimiz oluyordu. Ankara'daki bombalı saldırılar ve İstanbul'daki canlı bomba eylemi öfkemizi bilemişti. Yavaş yavaş sınav saati yaklaştığında sınavdan çıktıktan sonra bu üzüntümüzü ve gerginliğimizi üzerimizden atmak için yeşile ve baharın ilk uyanışlarına bakmaya karar verdik.
Sevgili beni beklerken sınavdan çıkıp sevgilinin yanına gelirken güzergahı kafamda canlandırmıştım. İstikamet Göztepe Özgürlük Parkı'ydı. Sevgili de kendi blogunda kendi üslubuyla yazmış Okumalara doyamadım. O yüzden ben de bu günün son bölümlerini yazmak istedim. Sevgilinin yazısı için http://yitikzamangezgini.blogspot.com/2016/03/goztepe-ozgurluk-park-yagmur-guncesi.html adresini ziyaret edebilirsiniz.

Yağmur yavaş yavaş çiselerken daha önce haritadan baktığım sokaklardan hızlı dönüşlerle parka doğru yol almaya başladık. Sevgili İstanbul'u benim kadar tanımadığı için nereye gittiğimizi ilk başta anlayamadı. Ben de Hansel ve Gratel masalını anımsattım. Kaybolmamak için yola ekmek ufağı serpmesini söyledim. Bizi puslu bir gök yüzünün altında yeni tomurcuklanmaya başlayan erguvanlar karşıladı.


Erguvanları ve diğer çiçek ve ağaçların uyanışını izlerken günün gerginliği ve haftanın yorgunluğu yavaş yavaş üzerimizden kalkıyordu.





Ben parkı fotoğraflarken sevgili de benim fotoğraflarımı çekiyormuş. Eve gelip bilgisayara fotoğrafları yüklediğimiz zaman aşağıdaki bu fotoğrafı gördüm. Anonim kalmaya özen gösterdiğimiz için genellikle bu tarz fotoğrafları tercih ediyoruz.


Sevgili tomurcukları yavaş yavaş çiçeğe dönmeye başlayan bir erguvanı görünce çok heyecanlandı. Erguvana doğru koşarken baharın bütün coşkusunu taşıyordu.


Sonra kurutup kitap ayracı yapmak için biraz erguvan çiçeği topladık ve benim kitabımın arasına koyduk. Kazım Yetiş'in Yahya Kemal Beyatlı'yı anlattığı eserini okuyordum. Bu arada bir parantez açıp dün gece Yahya Kemal'in bestelenmiş şiirlerini Münir Nurettin Selçuk'tan dinleyerek üstatları yad ettiğimizi de söylemek istiyorum.

Şehrin ortasında kalmış Özgürlük Parkı çevredeki kargalara ve kedilere de ev sahipliği yapıyordu. Koca bir dilim ekmeği suya batırarak yemeye çalışan kargaya çok gülmüştük. Aklıma Gökhan Zan'ın kuğuya bir ekmeği atması geldi. Tam karganın ekmek kavgasını izlerken kedinin bir tanesi de kargayı gözüne kestirmişti. Neyine güvendiyse artık? bu zamana kadar kargalarla kedilerin mücadelesinin kediler lehine bittiğini pek duymadım.

Parkı dolaşmaya devam ederken üç tane kabadayı kedinin bir ağaca kaçan siyah bir kediyi beklemesine şahit olduk. Siyah kedi aşağıda bekleyenlere göre yavru sayılabilecek yaşta olduğu için başa çıkması çok zordu. Sevgiliyle birlikte ağacın dibinde bekleyen kedi çetesini dağıtmaya çalıştık. 2 tanesini kovaladık ama bir tanesi oldukça inatçı çıktı ne yapsak kovamadık. En sonunda banklarda oturan bir hanımefendiye devrettik siyah kediyi koruma görevini ve gezmeye devam ettik.

Parkta pembe ve beyaz çiçekli manolya türlerini de gördük. Acaba sadece adlandırmadan mı manolya denildiğini merak edip baktığımda iki farklı manolya cinsinin hibritlenmesiyle elde ediliyormuş. Yaz günlerinin rehavetini simgeleyen asıl büyük manolyaların açmasına daha aylar olsa da gönlümde o kokuyu hissettim.

Bu kadar erguvandan bahsetmişken Melihat Gülses söylesin. Erguvan zamanı gel bana emi... Ben blog yazmayı bitireyim. Uslu uslu kitap okuyan sevgiliye sarılayım.

Havadan sudan #1

Son 2 haftada işlerin yoğunluğundan biraz hayattan koptuğumu hissediyordum. 2 hafta önce Mersin'de güzel bir hafta sonu geçirmiştik. O hafta sonunda sonraki hafta çok yoğun bir çalışma temposuna girdim. Derken İstanbul'a döndüğümde hava değişimi sevgiliyi de beni de çok kötü etkiledi. İkimiz de hasta olduk ama bitirmem gereken işler olduğu için sürünerek de olsa akşam geç saatlere kadar çalışmaya devam ettim. Ben hasta ve yorgun olarak eve geldiğimde beni rahat ettirmek için elinden geleni yapan sevgilinin hakkını nasıl öderim ki...

Bu yoğunluğun içinde evimize bir de misafir geldi. Evimizin penceresine sürekli gelen Latife Hanım sonunda kendisini kabul ettirmeyi başardı. Çatlaklıklarıyla evimizde bir müddet misafir olduktan sonra ait olduğu sokaklara geri dönmeyi tercih etti. Bir kedinin elektrik süpürgesinin üstüne çıkıp evin nasıl temizlendiğini izlediğine ilk defa şahit olduk.



17 Mart 2016 Perşembe

Yahya Kemal'i Anarken

Bugün çalışırken arkada Yahya Kemal Beyatlı'yı Anma Konseri'nin Münir Nurettin Selçuk'un takdimi ve Neva makamında eserler çalıyor. Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal Beyatlı'nın Itri şiirini okuduktan sonra Yahya Kemal'in en sevdiği bestelerden Neva Kâr'ı söylemeye başladı. Aşiyan'da yatan ervaha selam olsun.



ITRÎ

Rıfkı Melûl Meriç'e

Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmeyen bir ummanda.

Yahya Kemal BEYATLI

15 Mart 2016 Salı

Müze Ziyaret Saatleri

Geçen hafta yarimle Sultanahmet tarafına gitmiştik. Geç kalktığımız ve akşam başka planlarımız olduğu için büyük müzelere girmeyi düşünmüyorduk. Topkapı Sarayı'nın önünden geçerken kapıların kapanmak üzere olduğunu içerideki ziyaretçilerin çıktığını gördüm. Yolumuzun üzerinde Büyük Saray Mozaikleri Müzesi vardı girmeye niyetlendik. Baharın çiçekleri açmasına rağmen müze 16.30'da kapanmıştı ki bu müze tamamen kapalı alandan oluşan bir yer. Bu kadar erken kapanmasına anlam veremedim. Turizmin zor zamanlar geçirdiği bir dönemde müzelerin bu kadar erken kapanması turizme zarar veriyor. Müzenin girişindeki tanıtım tabelasındaki bant izleri de işlerin özensiz bir şekilde yapıldığını gösteriyor. 








14 Mart 2016 Pazartesi

Nafi Baba Mezarlığının kurtuluş hikayesi

Eski bir Boğaziçili olarak Ekşi Sözlük'te gördüğüm bir haber çok etkilemişti. Kampüsünde çimlere uzanıp aylaklık yaptığım, manzarada kimi zaman çay, kimi zaman bira içtiğim eski okulum Boğaziçi Üniversitesi'yle ilgili haberler çok dikkatimi çekiyor.

Rumeli Hisarı yapılırken inşaatı önlemeye çalışan Bizans kuvvetleriyle yapılan muharebede şehit düşen yiğitler Feth-i mübin'in ilk şehitleriydi. Hisarüstü gecekonducularının pervasızlığı ve gecekonducu çomarların çevre düşmanlığı hakkında önemli bulgular sunuyor. Bu talanın önlenmesinde emeği geçen herkesin ruhu şad olsun.

https://eksisozluk.com/entry/31741259


Nafi Baba Türbesi ve mezarlık hakkında araştırma yaparken bölgenin peyzaj çalışmalarının başladığını öğrendim. Mimarlık firmasının sitesi için tıklayınız. Blogdaki fotoğraflar şimdilik peyzaj işlerini yapan firmanın sitesinden alınmıştır. En yakın zamanda bizzat ziyaret edip çekim yapmayı planlıyorum.

Restorasyon İlleti

Son günlerde Aspendos’taki tiyatronun eksik basamaklarının açık renkli kireçtaşı kullanılarak restore edilmesi üzerine mutfak mermeri kullanıldığı yönünde haberlerle hatalı restorasyonlar yeniden gündeme geldi. Aspendos’taki restorasyonla ilgili haberlerden bir tanesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Bilimsel olarak restorasyon yapılırken restore edilen bölümlerin net olarak ayırt edilmesinin önemli olduğunu bu tartışmalar esnasında çeşitli görüşleri okurken öğrendim. Yeni malzeme ile eskisi arasında ton farkı olması doğal ve zaten istenilen bir husus. Ancak ton farkının bu kadar fazla olması estetik olarak göze hoş gelmiyor. Biraz daha koyu renkli bir materyal kullanılabilirdi belki.
Aspendos’taki tiyatro restorasyonu hakkındaki tartışmaların hatalı restorasyon projelerini gündeme getirmesi üzerine uzun zamandır yazmak istediğim bu yazıya başlamanın zamanı geldi. Baştan belirteyim. Mimar veya arkeolog değilim sadece asar-ı atika’dan keyif alan bir meraklıyım.
Son dönemlerde İstanbul’da ve Ege’de yaptığım yolculuklarda çok sayıda restorasyona denk geldim. Bazı restorasyon projeleri genel olarak hoşuma gitse de bazılarından çok rahatsız oldum. Bu nedenle sadece kendi gözlemlerime dayanarak birkaç satır yazmak istiyorum.
Daha önce blogun önceki yazılarından bir tanesinde Edirnekapı’dan Balat’a doğru yaptığım yürüyüşten bahsetmiştim. Söz konusu yürüyüş esnasında Mimar Sinan’ın eseri olan Mihrimah Sultan Camii’nin yeni restorasyondan çıktığını, Kariye Müzesi olarak bilinen Khora Manastırı ve Tekfur Sarayı restorasyondaydı. Mihrimah Sultan Camii’nin restorasyondan çıkmış hali biraz sıcaklığını kaybetmiş gibi geldi. Dediğim gibi uzmanlık alanım olmadığı için net bir yorum yapamayacağım. Kariye Müzesi’nin en önemli bölümleri restorasyon nedeniyle kapalıydı. Kariye Müzesi’nin de bu restorasyon sonucu özgünlüğünü kaybetmesinden endişe ediyorum açıkçası. Tekfur Sarayı’nın içine giremedim ama pencereler çok rahatsız ediciydi.
Tekfur Sarayı’nın biraz aşağısında ufak bir camii güzel gözüküyordu. Gezmek için yöneldiğim zaman yine restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu gördüm. Balat’a yaklaştığımda zamanında yıkılmış eski bir binanın rekonstrüksiyon çalışması vardı.

Başka bir gezide Beyazıt Camii, 2. Beyazıt Türbesi ve çevresindeki pek çok binanın restore edildiğini gördüm. Daha önce gördüğüm olumsuz örnekler nedeniyle endişelendim. Divanyolu’ndaki eski medreselerin de çoğunda hummalı bir çalışma vardı. Sultanahmet Meydanı’ndaki hamam restore edilerek kafeye dönüştürülmüştü.

Restorasyonlar arasında en çok içimi burkanı Süleymaniye Camii restore edilirken caminin Mimar Sinan tarafından özenle hesaplanan akustiğinin bozulması olmuştu.

Alexandria Troas antik kenti yakınlarındaki Apollon Smintheus tapınağının ön cephesi beyaz taşla yapılarak kalıntılar ayağa kaldırılmıştı. Görüntü ilk başta çok rahatsız edici olsa da tapınağın eski halinin hayal edilmesini kolaylaştırdığını söyleyebilirim.

Diriliş Ertuğrul ile Ertuğrul Gazi'nin rantını yiyen kesimin Söğüt'teki Ertuğrul Türbesi'nde yaptıkları restorasyon cinayetlerini de eklemek istiyorum.

İstanbul'da dolaşırken hemen her sokakta bir restorasyon çalışmasına şahit olmak ve bittiği zaman nasıl bir ucubeyle karşılaşacağımdan korkmak istemiyorum. Bu işlerin ehline verilmesi tarihi mirasın korunması için büyük önem taşıyor. 

11 Mart 2016 Cuma

Mavi Saatler #2 (Hayıflanmalar)

İş için Çukurova'ya gittiğimi söylemiş ve hafta sonu Mersin ve Dağlık Kilikya taraflarına sevgiliyle gidişimizden kısaca bahsetmiştim. Bu hafta hep toplantılarla geçti. Toplantının bir tanesinin başlangıcı güneşin yavaş yavaş batmaya başladığı akşamüstü saatlerine denk geldi. Oturduğum yerden dışarıyı izliyordum bazen. Gök yüzündeki açık mavinin yavaş yavaş suya mürekkep katılması gibi koyulaştığını ve lacivert bir geceye merhaba dediğini gördüm.

Fotoğraf çekmeyi sevdiğim için doğanın mavi saatlerdeki ışık oyunlarına aşinayım. Ancak oturduğum yerden karşı binanın çatısının üzerinden gözüken ufak bir gökyüzü parçasından akşamı izleyebiliyordum. Dakika dakika akşamın renkleri değişirken toplantı da devam ediyordu.

Aklım hep kırlarda veya deniz kenarında bu ışık oyunlarını izlediğim anlara gitti. Bedenim ve aklım akışını yönlendirdiğim toplantıda olsa da ruhum ve hayallerim odadan çok uzaklardaydı. Geçen yıl Çanakkale-Küçükkuyu arasında dağları geçerken aynadan seyrettiğim mavi saatleri hatırladım. Keşke dağların arasında virajlı bir yolda direksiyonda olsaydım. Sevgili de yan koltuktaki yerini alsaydı. Münir Nurettin söyleseydi. bazen camları açıp kuş seslerini dinleseydik. Bu hafta İstanbul'dayız. Gün batımına denk getirmeli...

9 Mart 2016 Çarşamba

Kaybolmak (Bazen) Güzeldir

Hafta sonu Osmaniye'de tıkılı kalmamak için sevgiliyle araç kiralayıp Mersin'e geçelim demiştik. Osmaniye'de büyük rent a car firmalarının ofisleri olmadığı için mecburen önce Adana Havalimanı'na gittik. Sevgiliyle aracımızı alıp kendimizi yollara vurduk. Aracımız Opel Corsa'nın baz modeliydi. İç donanım ve konfor konusunda vasat olsa da yoldaki performansı fena değildi. Yakıt tüketimi benzinli otomatik bir araç için bile yüksek sayılabilirdi.

Adana Mersin Otoyolu'na girdiğimizde yağmur devam ediyordu. Yağmura rağmen aracın yol tutuşu tatmin ediciydi. Mersin'e girdiğimizde navigasyon cihazı Hiltonsa Mersin yerine alakasız bir yerlere yönlendirdi. Yolumuzu bulmak için ara yollarda dolaşıp durduk. Mersin'in tabela mantığı da bir tuhaf geldi bize. sürekli yanlış yere girdik. en sonunda bir kadına sorup yolumuzu bulabildik. Yorgun geçen bir haftanın ardından gecenin bir vakti bilmediğimiz bir şehrin pek de tekin olmayan bir mahallesinde kaybolmak biraz tedirgin etti.

Ertesi gün yoğun yağmur eşliğinde Uzuncaburç yönüne doğru yola çıktık. Yol üzerindeki önemli tarihi yerlere ve doğal güzelliklere uğrayarak yolumuza devam ettik. Yağmur bazen şiddetleniyor bazen duruyordu. Narlıkuyu sahile inip Cennet Cehennem çöküntülerine giderken sapağı kaçırdığımızı epeyce sonra farkettik ama yol güzeldi. ormanlar ve bahar bize eşlik ediyordu. 5 dakikalık yoldan sapma gerçekten çok keyifliydi.



 Silifke'ye yaklaşırken gözümüz Uzuncaburç tabelasındaydı. Yolda hızla giderken bir tabelayı son anda fark ettik ama sapağı kaçırdık. tekrar geri dönüp o sapaktan girdiğimizde bir yerden sonra yol ıssızlaştı telefon çekmemeye başladı. Navigasyon saçmalıyordu yine. Yolun bir şekilde ana yola çıkacağını düşünerek ve etrafı seyrederek ferahladık.  Olba krallığına ait küçük savunma kulelerinin ve küçük yerleşimlerin yanından geçtik. bir tanesini biraz gezdik. Bazılarını sadece durup fotoğrafladık. Bu şekilde kaybolmasaydık göremeyeceğimiz bir sürü güzelliği gördük. Pişman değiliz.Sadece erken sapaktan ana yoldan ayrılmışız. Dağlık Kilikya ve Olba yolları muhteşemdi. Sonunda Uzuncaburç'a ulaştık. O gezimizin detayları da başka bir yazıda...

Twitter'da bir dost Silifke'de mavi yengeç yememizi önermişti. Mavi Yengeç yiyecek bir yer ararken Silifke sokaklarında epeyce dolandık. sonra mavi yengecin birahanelerde satıldığını öğrendik. Daha önce hiç yemediğimiz için çok da hevesli değildim. Birahane ortamı uygun olmaz diye düşünüp Mersin'e doğru yola çıktık.

Pazar sabahı erkenden kalkıp Deniz Müzesi ve Tarsus'a gidecektik. Biraz uykuculuğum tuttu. Haftanın ve cumartesi gününün yorgunluğu ile... Tarsus'da St. Paul kilisesinin oraya arabayı bırakıp çevredeki diğer eserleri gezmeye gittik. Bedesten ve Ulu Cami'yi bulduk ama müzeyi kime sorsak bilmiyordu. Navigasyon müze diye bizi kilisenin arkasına geri getirdi. Araca binip söverek dönüş yoluna geçerken Tarsus Müzesi tabelasını gördük. Müze kapanmak üzereyken yetişip ziyaret ettik. Müzede çok eğlendik. Detaylarını başka bir yazıda anlatırım ey kari...

Sevgiliyle İstanbul Göksu'da değildik ama Göksu Nehri'ni Torosların arasında kıvrılırken ve Silifke'de gördük. Göksu demişken Nedim'in bir beyti aklıma geldi.
Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde 

3 Mart 2016 Perşembe

Bahar Yağmurları

Mart ayının ilk günleri mevsim normallerinden oldukça sıcaktı. Erken gelen sıcaklardan bunaldığımız günlerin sona erip ilkbahar yağmurlarının gelmesi baharı, bereketi ve mutluluğu müjdeliyor.

İri taneli yağmur damlaları düştükçe baharın coşkusunu içimde duyuyorum. Kış yağmurları kasvet verirken bahar yağmurunun müjdeleyici bir etkisi var.

Aslında tam da sevgiliyle bütün gün yataktan çıkmadan kitap okuyup keyif yapılacak günler ama çalışmak lazım. Çalışırken bulduğum bu ufak fırsatı değerlendirmek lazım.






1 Mart 2016 Salı

Erguvan Mevsimini Beklerken


İstanbul'un mevsimlerini biraz çiçekler biraz rüzgarlar belirler derler. Lodos ile poyrazın havayı bir anda değiştirirken açan çiçekler de insanın ruh halini değiştirir.

Kıştan yaza geçişi Yahya Kemal ne de güzel anlatmış.

Mevsimler

...

Denizden ve dağdan gelen hüzne kandık. 
Bulutlar dağılsın,bahar olsun artık, 
Duyulsun bir engin seher musikisi. 

Güneş doğmadan mavileşmiş Boğaz'dan, 
Neva-kar açılsın bütün ses ve sazdan, 
Ufuklarda sürsün zafer musikisi.


Yahya Kemal Beyatlı

Şubat sonu Mart başlarında erikler ve bademler biraz da kendilerini gelebilecek ani soğuklara feda ederek İstanbullu'ya baharı müjdelerler. Eriklerle birlikte çimlerin arasında papatya ve karahindibalar gözükmeye başlar. Üşümüş bedenlere bahar yakında biraz daha sabredin nağmesini üflerler.

Şubat aynı zamanda fulyaların saltanatıdır. Çiçekçi tezgahlarından alınan fulyaları koklamanın ve sevgiliye getirmenin ayrı bir sevinci vardır. Sevgilinin gözündeki çocukça neşeyi hiçbir gül veremez.

Derken yavaş yavaş diğer soğanlı bitkiler çıkmaya başlar. Yeni filiz vermiş nergis ve çiğdemler lalenin saltanatının habercisidir. Lale'nin ortasındaki siyahlığın yıldırım düşmüş çiğ damlasından yadigar olduğu söylenir. Parklar lalelerle bezendiğinde erguvanların dallarında ufak tomurcuklar görülür. Tomurcukların patlayıp erguvanların samanyolu gibi şehri aydınlatma zamanı yaklaşmıştır.

Erguvan ağacının gövdesi ve dalları önce çiçeklerle donanır sonra yapraklar görünmeye başlar. O anda bütün boğaz sırtlarını coşkulu bir pembelik kaplar. Bazı yerlerde erguvana leylak ve mor salkımlar da eşlik eder. Yazın sıcak günleri gelmeden gezmenin, yürümenin ve ruhu tazelemenin zamanıdır erguvan mevsimi...

Bazen mevsimini şaşırmış tek bir erguvan kışın ortasında çiçeklerle donanır. İşte o ağaç umudun ağacıdır.

Aşk ile baharı yaşamanın zamanıdır Boğazı kaplayan erguvanlar... Melihat Gülses söylesin. Erguvan zamanı gel bana emi