22 Ağustos 2015 Cumartesi

Seyir Defteri 4




Geçen hafta Gidelim Göksu'ya bir alem-i ab edelim diyerek Seyir defterine bir virgül koymuştuk. İstanbul'un sıcaktan bunaldığı o hafta sonunda Boğaziçi'nde tatlı bir rüzgar vardı. Anadolu Hisarı'nda bu fotoğrafı çektiğim yerde epeyce bir süre durup rüzgarın tadını çıkardım.



Öğleden sonra Nedim'in bir söz dedi canan ki keramet var içinde diye başlayan gazelinin atmosferinde yaşadım. Önce bir gün önce ihvan ile içtiğim meyi hatırladım. Mukassi görünen meyhanede asıl lezzetin sohbet olduğunu bir kere daha tasdik ettim. Yeniköy'de gördüğüm Mercedes CLK içindeki hatun için de o üç çifte kayık beytini değiştirip söyledim. Göksu'dan bahsetmesi de ayrı bir güzellik olmuş.


GAZEL

Bir söz dedi cânan ki kerâmet var içinde
Dün giceye dair bir işaret var içinde 

Meyhâne mukassi görünür taşradan ammâ
Bir başka ferah başka letâfet var içinde 

Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım
Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde 

Olmakta derûnunda hevâ âteş- i Sûzan
 Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde 

Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde  


Emirgan'dan Yeniköy'e kadar yürüdükten sonra Beykoz'a geçerken güneşin batışı ve ışık oyunları muhteşem gözüküyordu. Beylerbeyi'nde inip önce bir kaç kare fotoğraf çektim. Sonrasında da Üsküdar'a kadar yürüyüş yaptım. Günü yaklaşık 12 kilometre yürüyerek tamamladım.

O gün çektiğim fotoları da paylaşmak istiyorum.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Seyir Defteri 3

16.08.2015

Seyir defteri 2’de önceki akşam ihvan ile meclis-i Hüseyin Baykara’yı toplayıp evvel giden ahbabı yâd ettikten sonra bir arkadaşın misafiri olduğumu ve sabah arkadaş uyandıktan sonra gezmek için dışarı çıktığımı söylemiştim.
Misafir olduğum ev Üsküdar Sultantepe’deydi. Çengelköy’e kadar yürüyüş yapıp Çınaraltı’nda kahvaltı yapma düşüncesiyle yola revan oldum. GPS üzerinden ne kadar yürüyüş yaptığımı ölçmek için Runtastic uygulamasını çalıştırdım, kulaklıkları taktım ve yürümeye başladım. Kuzguncuk’a geldiğim zaman bunca aydır derdimi dinleyip kahrımı çeken ehl-i hak dostun bir iş için Üsküdar’a geleceğini öğrendim. Bir çay içme fırsatı olduğunu öğrenince yürüyüşe sonra devam ederim diyerek Üsküdar’a geri döndüm.
İnanç dünyası olarak o kadar farklı olsak da ne zaman dertlensem derdimi dinleyen dost ile çay içip sohbet etmek gecenin yorgunluğunu atmama yardımcı oldu. Sohbetin temel konusu dinciyle dindar arasındaki fark ve benim kısmetsizliklerimdi. Akşam memlekete gideceği için dostun zamanı sınırlı olduğundan fazla oturamadık. Yarım kalan yürüyüşe devam etmek için Üsküdar’dan yola çıktım. Hazır o tarafa gelmişken ablamı da arayıp onu da evden çıkmaya ikna ettim ve Anadolu Hisarı’nda buluşmak üzere sözleştik.

Bu arada ufak bir detay, müezzinlerin çoğu ve diyanet ezan sesi yüksekliği ile dindarlık arasında bir korelasyon olduğunu düşünüyor. Çoğu camide ezan 100 desibelin üzerinde okunuyor. Bir korelasyon varsa bile münafıklık ve riya ile ezan sesi yüksekliği arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.


Gidelim Göksu’ya bir alem-i ab edelim şarkısı eşliğinde Anadolu Hisarı’na doğru yola çıktım. Eski zamanlarda İstanbul’un en gözde mesire yerlerinden bir tanesi olan Göksu deresi çarpık yapılaşmanın etkisiyle eski güzelliğini kaybetmiş olsa da yine de çok güzeldi. Ablamın gelmesini beklerken Anadolu Hisarı sokaklarında foto safariye çıktım. Sonrasında Küçüksu Kasrı’nın yanındaki kafeye oturup sosyal medyada biraz vakit geçirdim. İskeleden motorlar Emirgan’a geçmeye ve Emirgan’dan Yeniköy’e kadar gezmeye karar verdik. 

To be continued...

Seyir defteri 2


15.08.2015
Deniz Müzesi’nden çıktıktan sonra Beşiktaş’ta Balkan Lokantasında zeytinyağlılara olan hasretimi giderdim. Enginar’ı çok özlemişim.
İhvan ile buluşmadan önce eski günleri yâd etmek ve boğazın güzelliğini seyretmek için Boğaziçi Üniversitesi kampusunu gezmeyi düşünüyordum ancak son yaşanan tecavüz girişiminden sonra kapıda kimlik kontrolleri çok sıkı yapılıyordu. Bu nedenle içeri giremedim. İhvanın gelmesini çay içerek bekliyordum. Sonra ilk gelen arkadaşlarla birlikte Şükrü Baba’ya doğru yola çıktık. Nedim’den bir beyit ile ilk izlenimimi anlatayım.

Meyhane mukassi görünür taşradan amma,
Bir başka ferah başka letafet var içinde.
Nedim'in bu gazelini Münir Nurettin'den dinleyerek devam edelim.

Şükrü Baba’ya ilk girdiğimdeki içerisi basık ve kasvetli gözüküyordu. Pek de cazip bir ortam yoktu. Şükrü Baba’nın yeriyle ilgili geliştirilmesi gereken yön olarak müzik konusunda daha klasik eserler çalınabilirdi. Mezeleri ve kaşarlı mantarı harikaydı.

Ancak ihvanın gelmesi ve ilk büyüğün açılmasıyla Hüseyin Baykara sohbeti başlamış oldu. Masada otururken herkes konuşan kişiyi dinliyor ve masada tek gündem oluyordu. Bazen ufak mısralar okunuyor, bazen siyaset konuşuluyordu. Sohbeti meze yaparak o gece kendi limitlerimi biraz zorlamıştım. 5 dubleden sonra devrilmeden Bebek Sahili’ne indim. Cilasını Aşiyan’da yaparken banklarda oturup boğazı izliyorduk. Herkes yanındaki ile farklı konulardan bahsediyordu. Ben de bir taraftan sohbet edip bir taraftan da telefondan Neva Kâr dinliyordum. Yan bankta oturan ihvandan bir dost kendi sohbetini bırakıp Neva Kâr’ı tanıdı. Yahya Kemal’den Itri şiirinden birkaç mısra okudu. Neva Kâr’ın güftesini de okuduk. Boğaziçi tarafına gezmeye geleceğim için evden çıkarken Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz isimli eserini almıştım. Itri şiirini dost okudu ardından Mevsimler şiirini ben okudum. Aşiyan’da uyuyan ehibbaya selam olsun dedikten sonra artık dağılma zamanı gelmişti.

Itrî
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Mevsimler
Güneş doğmadan mavileşmiş Boğaz'dan,
Neva-kar açılsın bütün ses ve sazdan,
Ufuklarda sürsün zafer musikisi.

O gece ilk defa tanıştığım bir arkadaş beni misafir etme nezaketini gösterdi. Onun evinin balkonunda biraz sohbet ettikten sonra sabaha doğru yatağa geçtim.


O kadar içmeme rağmen sabah 9.30 civarında kalkmayı başardım. Arkadaşın uyanmasını bekleyip vedalaştıktan sonra Pazar sabahı gezisine başladım. 

Seyir Defteri -1

Ufak hafta sonu gezilerini bir seyir defteri haline getirmemin ileride hatırlamak açısından faydalı olacağını düşünüyordum. İlk jurnali yazmaya başlıyorum.

15.08.2015



Öğlene doğru ancak kalkıp evden çıkmıştım. O akşam ihvan ile Şükrü Baba'ya gidip saki parıldasın deme zamanı gelene kadar ilk önce Beşiktaş'ta Deniz Müzesi'ni gezmek istedim. Deniz Müzesi'nin önünden çok geçmişliğim vardı ancak hep bir koşturma halinde olduğum için uzun zamandır gidememiştim. Fotoğraf çekmek için de ücret istenmesi üzücüydü. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın amatör çekimlere izin vermesini temenni ederek müzeyi gezmeye başladım. Müzenin hediyelik eşya ve kitap satışı yapılan bölümünde denizcilikle ilgili çok nadide eşyalar ve kitaplar satılıyordu. O bölümde epeyce gezdim ancak yolum uzun olduğu için fazla alışveriş yapamadım. Yükümün az, yolumun kısa olduğu bir günde gelip denizcilikle ilgili kitapları yağmalamaya ant içerek müzeyi gezmeye devam ettim. 

Deniz müzesinin yeni binasında bir Osmanlı kalitası ve çeşitli saltanat kayıkları sergileniyordu. Saltanat kayıklarının zarif işlemeleri çok etkileyici olsa da bir deniz sefası için fazlaca şatafatlı geldi. Belki de kayıkların 19. yy sonu 20.yy başındaki Osmanlı'nın en uzun asrına ait olmasından dolayı şatafat abartılı geldi. Duvarlarda çeşitli Osmanlı sefinelerinin maketleri sergileniyordu. Maketlerde sadece gövde bölümünün olması ve yelken donanımının eklenmemesini bir eksiklik olarak algıladım. Ertuğrul Fırkateyni'nin son seferine ilişkin hatıraların sergilendiği salonda çok hüzünlendim. Çanakkale Savaşı bölümünde Bağbuğ Mustafa Kemal'in bir balmumu heykeli vardı. Türk töresince diz vurup selamlamak istesem de yadırganabileceğini düşünerek ima ile diz vurur gibi yaparak selamladım.




Seyir defterinin bir sonraki sayfasında buluşmak dileğiyle

14 Ağustos 2015 Cuma

Knidos, Palamutbükü, Eski Datça ve Datça üzerine hatırlamalar

Geçtiğimiz günlerde Twitter'da altına imzamı atacağım bir tweet serisine denk geldim. Tweetlerde insanın bir sığınağının olması ve bu sığınağa kafasını dinlemek için gitmesi gerektiğini ve asla sevgiliyle oraya tatile gitmemesi gerektiğinden bahsediliyordu. 

Bu girizgahtan sonra rakımdan bir yudum alıp Datça yarımadasını gezerken hissettiklerimi yazmaya başlayabilirim. Datça'ya 16 yaşındayken ailemle gitmiştim. O zamanlar Milli Eğitim'in Datça'nın yukarı kısımlarında havuzlu bir eğitim kampı vardı. 20 yıl sonra Datça'ya tekrar yolum düştüğü zaman bazı özelliklerinin değiştiğini, bazı yönlerinin ise bozulmadan kaldığını görmek hem sevindirdi hem de şaşırttı. Yıllar önce gittiğim zaman Datça'nın yolları çok dardı ve büyük otobüsler gitmekte zorlandığı için Marmaris'te midibüslere geçiliyordu. yol biraz olsun genişletilmiş ve virajları hafifletilmişti. Datça yolunun hala virajlı kalmasına sevindim. Her isteyenin gelmesini önleyen doğal bir savunma oluşturuyor. Bu sayede Datça yarımadasının güzelliği bozulmadan korunabiliyor ve kitle turizmine kurban edilmeden kalıyor. 

Balıkaşıran denilen Datça Yarımadası'nın en dar yerinden geçerken bu mevkinin mitolojik öyküsünü yad ettim. Asırlar önce Persler Anadolu'ya saldırdıkları zaman Datça'nın en ucundaki Knidoslular şehirlerini korumak için çareler düşünmeye başlamışlar. Balıkaşıran'da bir kanal açarak Datça Yarımadası'nı bir adaya çevirmeyi düşünmüşler. Kahinlere danışmışlar. Kahinler böyle bir kanal açmamaları söyleyince kanal açmaktan vazgeçip Perslere teslim olmuşlar.

Burada bir parantez açmak istiyorum. Tek başıma yolculuk yapmadığım için her istediğim yerde duramadım. İçinde hep bir yerlere yetişme kaygısı taşıyan insanlarla yola çıkmamak gerekiyormuş. Bu tatilden aldığım en önemli derslerden birisi de bu oldu.

Aktur Datça'nın önünden geçerken bir anda manzaranın güzelliğine hayran oldum. Burası da neresiymiş diye bakarken Aktur olduğunu gördüm.  Çeşitli büyüklüklerde villalarda ailece huzurlu bir tatil yapmak için Aktur'da kalabilirsiniz. Gece hayatı arayışındaysanız Datça Aktur'un sükun demek olduğunu unutmayın. Datça Aktur'un web sitesini de paylaşayım.

Knidos


Knidos'a kadar hiç durmadan yolumuza devam ettik. Datça merkezine dönüşte girmeyi düşündüğümüz için Knidos ayrımından saptık. Knidos yolu Datça yolundan daha dar ve virajlıydı. Bazı yerleri mıcırla kaplıydı. Tehlikeli bir yol olduğu için dikkatimizi yola vererek araç kullandık. Arkadaş nereye getiriyorsun bu yoldan diye epeyce söylendi ancak Knidos'u uzaktan gördüğü zaman bütün söylenmelerini geri aldı.

Knidos'un iki tane limanı vardı. Askeri amaçla kullanılan limanın dalgakıranı ve savunma kuleleri sağlam kalsa da ticari limanda eski zamanlardan fazla bir şey kalmamıştı. Bu nedenle ticari limanın olduğu koya tur teknelerinin yanaşacağı bir iskele yapılmıştı. Bir çay içtikten sonra turkuaz renkli denizin tadını çıkarmayı biraz erteleyerek Knidos'u gezmek için yerimizden kalktık. Depremler ve savaşlar nedeniyle ayakta fazla eser kalmamış olsa da eski şehri ve o şehirdeki hayatın nasıl olduğunu hayal ederek kalıntılar arasında gezdim. Epeyce büyük kertenkeleler vardı.

Apollon Tapınağının kalıntılarında Ey ışık saçan Apollon yolumu aydınlat dedikten sonra kenti gezmeyi bitirdim. Antik çağda Knidos'taki Afrodit heykeli meşhurmuş. Şimdi o heykel kayıp. belki bir yerlerden çıkar diye ümit ediyorum. Knidos'un simgesi olan Knidos Aslanı heykelini zamanında İngiliz arkeologlar bir bir gemiye yükleyip ülkelerine götürmüşler. Anadolu'dan kaçırılan veya Osmanlı'nın bilinçsizce verdiği izinlerle yurt dışına çıkarılan pek çok eser gibi bu heykel de British Museum'da sergileniyor. Knidos Aslanı'nın hikayesine bağlantıdan erişebilirsiniz.

Sonrasında kendimizi Knidos'un turkuazdan maviye, maviden laciverde dönüşen berrrak sularına bırakarak bütün yorgunluğumuzu attık. Knidos'ta epeyce yüzdükten sonra iskeleden çıkmak için merdivenlere yöneldim. İskelenin çok kaygan olması ve merdivenlerden çıkarken tutunacak bir şey olmaması nedeniyle epeyce zorlandım. O iskelenin daha güvenli hale getirilmesi gerekiyor. Knidos fotoğraflarını yüklemeyi epeyce bekledikten sonra nihayet bitirdim.

https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/Ddg949

Palamutbükü
Knidos turunu tamamladıktan sonra öğle yemeği için Palamutbükü'ne doğru yola çıktık. Palamutbükü sahilinde arabayla bir kaç tur attıktan sonra güzel bir çardağa oturup yemeğimizi yedik. Yemekten sonra denize girmeyi düşünsem de esen tatlı rüzgar, hafif bir müzik ve yemeğin rehavetiyle uyumayı tercih ettim. Sinekler ve sinek taklidi yapan arkadaşa rağmen 2 saat kestirmeyi başardım. Palamutbükü'nde denizin berraklığına hayran kalsam da o anda uyumak daha çok ilgimi çekiyordu.

Datça'da ilk anlar

Knidos ve Palamutbükü seferinden sonra Datça merkeze geldiğimizde ilk önce etrafı keşfetmek için arabayla birkaç tur atmayı tercih ettik. Sonra park yeri arayışına başladık. Bir kaç denemeden sonra bir park yeri bulduk. Sahilde kısa bir tur attıktan sonra hediyelik eşya almak için bir dükkana girdik. Çok güzel tasarımları vardı. Bize Eski Datça'ya gitmemizi önerdi. Rakı Balık için nereyi önerdiğini sordum. Kekik isimli lokantanın güzel olduğunu sordu. Birkaç parça hediyelik eşya aldıktan sonra Eski Datça'ya doğru gitmek için. arabaya tekrar park yeri aramamak için taksiyi tercih ettik.

Eski Datça

Eski Datça sanki masallardan arta kalmış gibiydi. Taş evler ve duvarlarda binbir çiçek ile gezmekten büyük keyif aldığımız bir yer oldu. Eski Datça'da gezerken taş evlerdeki hediyelik eşyaların büyüsüne kapıldım. Karia Silk isimli mağazada çok güzel ürünler vardı. Gidecek olanlara tavsiye ederim. Can Yücel'in yaşadığı evi ziyaret etmek istediğimizde saatin geç olmasından dolayı kapalıydı. Biraz bahçeyi yoldan fotoğrafladım. Eski Datça sokaklarında bol bol fotoğraf çektikten sonra bir sokakta yaseminlerin kokusunu aldım. Kokunun kaynağını aramak için çevreme baktığım zaman solmak üzere olan begonvillerin arasında yaseminlerin muhteşem kokularıyla saltanatlarını ilan ettiğini gördüm. O an gerçekten çok mutlu olduğum anlardan bir tanesiydi. Eski Datça sokaklarında dolaşmaya devam ederken sokak bir anda kontrbasın çaldığı namelerle yankılandı. Müziğin kaynağını aramaya başladık. Bir taş evin bahçesinden geliyordu. Yüksek lisans dersi varmış. O sokağın verdiği hazla sarhoş olarak artık Datça sahiline inme zamanının geldiğini anladım. Gelirken geldiğimiz taksiyi çağırırken Eski Datça'daki tarihi kahvede bir çay içmeye karar verdik. Bir taraftan da anasonun beni çağırdığını damarlarımın en uçlarında hissediyordum. Eski Datça'ya bu nedenle veda ederken bu sefer ben aculluk yapıyordum.
https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/k00mSP


Rakı Balık Datça

Datça sahiline gelince akşamın güzelliğine rağmen fazla fotoğraf çekmeden beni çağıran Rakı Balığın peşine düştüm. Kekik'te kumsal ile denizin birleştiği, dalgaların okşadığı yerdeki masalar dolmuştu. Rezervasyon yaptırmak gerektiğini bilmiyordum.
Kaldığımız otelde resepsiyonda çalışan beyfendi oğlunun Datça'da şef olarak çalıştığını söylemişti. Gökhan Bey'in numarasını yanımıza almayı unutmuşuz. Ancak Kekik'in garsonlarına sorarak Gökhan Bey'in yan taraftaki Datça Restoran'da çalıştığını öğrendik. Onunla tanıştık. Bize güzel bir masa ayarladı. 20'lik rakı sipariş ettikten sonra mezelerden ufak ufak başladık. Arkadaş alkol kullanmayan cinsinden olduğu için rakı sofrasında muhabbet istediğim kıvamda olmasa da rakı, balık ve zeytinyağlılar muhteşemdi. Kabak çiçeği dolmasını da uzun bir süre sonra tekrar yeme fırsatı bulmuştum. Hesap yediklerimize göre son derece uygundu. Bu sefer arkadaş Marmaris Barlar sokağına gitmek için sabırsızlanıyordu ve restoranın ikramı olan sufle neredeyse boğazımızda kalarak çay kahve bile içmeden yola revan olduk. Datça Marmaris arasındaki virajlı yollarda arkadaş arabayı kullanıyordu. Marmaris'e vardığımızda barlar sokağına gidecek enerji kalmamıştı.

https://www.flickr.com/gp/135260695@N08/3R6js4

Fotoğrafları da yüklemeyi başardım.



Sonunda Datça seferini yazmayı tamamladım. Darısı diğer seferlerin başına.