30 Nisan 2015 Perşembe

Hayaller


Münir Nurettin Selçuk'un bu bestesini dinlediğim zaman gözümde şöyle bir hayal canlanıyor. Boğaz'da hafif bir sisin arkasından mehtab yükseliyor. Sevgili de ince bir tüle sarınmış olarak raks ediyor.

Sevgilinin belli belirsizliği ile ayın gizlenmiş halleri birbirine karışıyor. Fonda bu şarkıyı duymak isterim.

Boğaziçi'nde okuduğum yıllarda Boğaz'ın hemen her haline her ışığına şahit olduğum için bu hayali de baharlardaki sisli İstanbul sabahlarından ilhamla kuruyorum.

Mehtaba sarıl da gel bana ey sevgili...

Ferahfeza

"Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden"

Yahya Kemal'in dediği gibi eski musikimiz Türk'ün İran üzerinden Anadolu'ya gelirken yolda topladığı mücevherlerin yansımasıdır. İlk dinleyişte kapılarını kolay kolay açmaz. Zamanla kendisini aşıka teslim eden nazenin gibi yavaş yavaş musikinin sırları dağılır.

Ferahfeza makamı Dede Efendi'nin en büyük buluşu ve zannımca musikimizin zirve noktalarından bir tanesidir. Kendi iradem ile Müslüman olmaktan vazgeçmiş olsam ve lâ diyerek reddetmiş olsam da Mevlevi ve Bektaşi kültürü başta olmak üzere tekke musikisine olan sevgim devam ediyor. Bu durum bazen yanlış anlaşılmalara neden olsa da nefes ve ayinleri tamamen estetik duygular ile seviyorum.

Huzur'da Mümtaz'ın evinde neredeyse romanın bütün kadrosu toplandığı zaman Emin Dede ney üflerken Tevfik Bey Ferahfeza ayini söylemişti. Bir rakı sofrasında meye ara verilerek sadece ney ve kudüm ile sofra ahalisi sarhoş olmuşlardı. Ferahfeza Ayinde herkes kendi nasibini bulmuştu.

Ferahfeza ayinin muhteşem icralarından birisini paylaşırken kadehimi Mevlana'nın, Dede Efendi'nin ve hamuşanda dinlenen ervaha kaldırıyorum. Mesnevinin ilk 18 beytiyle başlayan bu ayin Bişnev derken insanı yeni bir yolculuğa hazırlar.

Evvel giden ahbaba selam olsun erenler...

29 Nisan 2015 Çarşamba

Mahur Beste'nin izinde

Tanpınar'ın başyapıtı olan Huzur romanında Neşati'nin Gittin emma ki diye başlayan gazelinin güfteyi oluşturduğu farazi bir mahur beste bütün karakterlerin hayatını şekillendiriyordu.

Eyyubi Bekir Ağa'ya ithaf edilen romanda bahsedilen gerçek mahur besteyi defalarca dinledim. Acaba Edirne Şeyhi Neşatî'nin gazeli bestelenseydi nasıl bir iç yakıcı beste çıkardı. Bir geçmiş zaman ayinesinin önünde öpüşen Mümtaz ile Nuran'ın kaderini yaşıyorum.

GAZEL
Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile

Devr-i meclis bana gird-âb-ı belâdır sensiz
Mey-i zehr-âb-ı sitem sâgar-ı gerdânı bile

Bâğa sensiz bakamam çeşmime âteş görünür
Gül-i handânı değil serv-i hırâmânı bile

Sîneden derd ile bir âh edeyin kim dönsün
Aksine çerh-i felek mihr-i dırâhşânı bile

Hâr-ı firkatle Neşâtî-i hazînin vâ hayf
Dâmen-i ülfeti çâk oldu girîbânı bile

 (Neşâtî)


Nihanız redifli gazelin şarhini de göz kirası olarak buraya bırakıyorum. Bir geçmiş zaman ayinesinden ilhamla Neşati'nin bu gazeli de aklıma geldi.

http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/sayi6pdf/21.pdf/21.pdf

Neva Kâr

Hafız-ı Şirazî'nin güftesini besteleyen Buhurizade Mustafa Itrî Efendi Türk musikisinin en güzel eserlerinden bir tanesine imza atmıştır. Neva Kâr'ın benim en sevdiğim bestelerden bir tanesidir. 18-20 yaşlarından beri Neva'nın esrarını Neva Kâr ile çözmeye çalışıyorum.

Münir Nurettin Selçuk icrasını şifa niyetine sunuyorum. Aşiyan'da uyuyan Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Münir Nurettin'in şerefine kadehimi kaldırıyorum.


Yıllar önce Beşiktaş sahilinde bir fırtına sonrası güneş doğarken dinlediğim Nevâ Kar'ı hala unutamıyorum. O gün farklı bir ruh hali içindeydim.

Yahya Kemal'in Mevsimler şiirindeki ilgili dörtlüğü de paylaşmak istiyorum.

Güneş doğmadan mavileşmiş Boğaz’ dan.
Nevâ – Kâr açılsın bütün ses ve sazdan,
Ufuklarda sürsün zafer mûsıkîsi.

Sepideh Raissadat

Tanpınar'ın hatırlama şiirinden bahsederken bu güzel İran musikisine denk geldim. Geceye güzel bir anlam katıyor.

Hatırlama

Tanpınar'ın romanlarını şiirlerinden daha çok severim.  Hatırlama şiirinin benim için ayrı bir güzelliği vardır. 





HATIRLAMA
Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
Rüyalarım kadar sade, güzeldin,
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin.
Ömrün gecesinde sükun, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından,
Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtabı kırılmış dal uçlarından.


 Ahmet Hamdi TANPINAR

Tanpınar'ın bu şiirine nazire olarak yazılan Ataol Behramoğlu'nun Bu Aşk Burada Biter şiirini de anmamak olmaz. 



Bu Aşk Burada Biter
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim  Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver  Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim  Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider  Bu hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir  Solarken albümlerde çocuklar ve askerler  Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner  Uyku ve unutkanlık gittikçe değişir  Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler  Ne kadar güzeldin sen! Nasıl eşiz bir yazdı  Bunu anlattılar hep, yani biten bir aşkı  Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler  Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim  Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver  Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim  Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider  Ataol Behramoğlu 
 

Phoibos Apollon'un izinde

Didim'e gidip de Apollon Tapınağını ziyaret etmemek olmaz diyerek Apollon Tapınağına gittim. Sütunlarının arasında saatlerce oturup geçmişi ve geleceği düşündüm.


 Ey Phoibos Apollon yolumu aydınlat diyerek içeri girdim. Derin bir tefekkür haline girdim. Bu tefekkür hali esnasında telefondaki uzun sohbetiyle bana eşlik değerli üstadı da buradan tekrar anmak gerekiyor. Apollon'un simgesi Daphne ile olan macerasından dolayı defne ağacıdır. Tapınağın çevresinde çok sayıda defne ağacı vardı. Tapınak ilk yapıldığı zaman dikilen defnelerin torunları bugün bile Apollon'a eşlik ediyorlar.

Not: Yukarıdaki iki fotoğraf benim objektifimdendir.

Bardaklar

Bunca yıl muhafazakar ortamlarda yaşadıktan sonra ladinî bir hayat tarzına geçiş yapmanın en büyük zorluklarından bir tanesi de evde rakı bardağının bile olmamasıymış. Bugün eve gelmeden önce rakı bardaklarını aldım. Yeni bardaklarla içmek için eve koştura koştura geldim.

28 Nisan 2015 Salı

Güzel İzmir

Çeşitli vesilelerle her gidişimde beni etkileyen bir şehir oldu Güzel İzmir. Bazı şehirlerin önünde bir sıfat eklenir. Kimisinde eğreti durur, kimisine ise çok yakışır. İzmir'i en iyi tanımlayacak sıfat "Güzel İzmir".

Tolga Çandar'ı dinlemeye hazırlanıp, yaş üzümden yapılmış İzmir Rakısını açma zamanı geldi.

Şimdi Güzel İzmir'de Kordon boyu seyrine düşmek vardı.

İçtikten sonraki ekleme: Rakının acılığı olmadığı için rahat içiliyor. Hızlı içince de iyi çarpıyor.

Erdi Bahar

Türkiye yollarına tek başıma vuruyorum. Sevdiğim şarkıların eşliğinde kahverengi tabelaların peşinde hafta sonu yolculukları yapıyorum. Bazen hayatın en güzel sürprizlerinden birisiyle karşılaşıp çalan şarkı ile yol kenarındaki manzara birbiriyle uyumlu oluyor. Sağa çekip şarkının ve manzaranın tadını çıkarıyorum.

Örnek olarak Miletus'a giderken Emel Sayın "Erdi bahar sardı yine neşe cihanı" derken yol kenarındaki manzara böyleydi. Ege kırlarının coşkusunu paylaşmak için yolun sağına çektim.


Bağda bahar sinede yâr badeler elde
Mey içelim raks edelim lâle zamanı

Yari sineye saracağım günler de gelecekti.

Mey ve Ney

Eski zamanların hayaliyle yaşayıp musiki ve gazellerden şifa bulmaya çalışan birisi olduğum için dinlediğim şarkılarda okuduğum şiirlerde mey, sagar, bade, peymane, saki ilh. kelimeler bolca geçiyordu.

Yaklaşık 15 yıldır içmediğim musikinin rehberliğinde eski bezmlerin peşinde bir yolculuğa çıktım.

Bişnev!

Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
'Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.'
Ekşi Sözlük'te Woody Allen'ın Midnight in Paris filmiyle ilgili kısa bir yazıya denk geldim. Filmdeki geçmişe duyulan hasret duygusu aklıma geldi. Esas karakter la belle epoque denilen iki savaş arası Fransa'ya çok büyük bir hayranlık duyuyordu. Edebiyatçıların ressamların ve müzisyenlerin arasında yaşamayı çok istiyordu. Filmde o döneme gittiği zaman o dönemde yaşayanların da daha önceki dönemlere hasret duyduğunu görüp şaşırıyordu.

Bunları hatırladıktan sonra zihnim doğu ve batı arasında bir yolculuğa çıktı. Fertlerin ve toplumların geçmişe özlem duygusunun tasavvufi ve edebi boyutlarında kısa bir seyahate çıktım.
İnsan ruhunda sebebini bilmediği bir geçmişe özlem duygusu vardır. 30'lu yaşlardaki insanlar 90'lı yıllara bir hasret duygusu yaşarlar. O dönemin müziklerini hasretle yad ederler. Bizden önceki nesiller de 80'ler 70'ler şeklinde bir nostalji duygusu yaşamışlardı. her nesil kendisinden önceki dönemi yaşama iştiyakıyla dolup gider.
Toplumlar da geçmişte bir dönemi özler. Osmanlı toplumu için bu devr-i Sultan Süleyman'dır. İslam alemi için asr-ı saadettir. Bir Amerikalı için kurucu babalar zamanıdır. Avrupalı için la belle epoque'dur. İnsanoğlu hem bir geçmişi özleme halindedir. Daüssıla hem mekana hem de zamana duyulan bir hasrettir. Batı kültüründe bu duygu "nostalgy" kavramıyla anlatılmaya çalışılır.
İnsanın ve toplumun doğuşu ve ölümünü Lafz-ı bişnev'in aydınlığında tasavvur etmek gerekiyor. İlk önce ses vardı ve ses kendisini dinleyenlerle bilindi. Var oluş sesin ve dinlemenin sırrında gizliydi belki de...

Ney kamışlıktan ayrılmanın hasretiyle feryad ederken insanın macerasını özetler. İnsan daha önce yaşadığı zaman ve mekanları özler. bazen anne karnındaki güveni, bazen çocukluktaki neşeyi ve ufak şeylerden mutlu olabilme heyecanını arayışın adıdır. daüssıla...
Daüssıla belki de sadece su varken Kayra Han'ın dinlediği yarat diyen sestedir. Belki de maveradan bir seslenişi arıyoruz. Elest bezmindeki dostları arıyoruz. Evvel giden ahbabı özlüyoruz. Budur insanın hiç dinmeyen hasreti...

Anadolu'ya bakış

2000'li yıllarda Yahya Kemalist-Tanpınarcı fraksiyonda olmanın sakinliğini ve Anadolu toprağının 1000 yılda Türk ırkını doğurduğunu düşünmenin humanistliğindeyken şimdi savaş boruları, kılıç şakırtıları nal sesleriyle dolu ruh dünyam.

Kandilli yüzerken uykularda

Uzun bir aradan sonra yeniden Türk Musikisi dinlemeye başladım. Ruh dünyamı aydınlatan bazı şarkıları daha sık dinliyorum. 

Münir Nurettin Selçuk'un bestelediği Kandilli yüzerken uykularda diye başlayan Yahya Kemal'in Gece şiiri bu şarkıların en başında geliyor. 

GECE
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtâbı sürükledik sularda...
Bir yoldu parıldayan, gümüşten,
Gittik...Bahs açmadık dönüşten.
Durgun suda dinlenen yamaçlar...
Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar... Mevsim sonu öyle bir zaman ki Gaaip bir mûsıkîydi sanki. Gitmiş kaybolmuşuz uzakta,
Rü'yâ sona ermeden şafakta...
Yahya Kemal BEYATLI
Şubat ayında çöl kumlarının İstanbul semalarını kapladığı bir günde Kandilli'den Çubuklu'ya kadar yürürken kulağımda sürekli bu şarkı yankılanıyordu. O yürüyüş öncesinde bu şarkıyla Kandilli sanki beni çağırıyordu. Ne beklediğimi bilmiyordum ama Kandilli'de umduğum teselliyi bulamamış ve rüyadan arta kalma kalma hissini üzerimden atamamıştım. O günden sonra İstanbul'un çeşitli yerlerini ara sokaklarını tek başıma gezmeye başladım.






Bu şarkının 3 farklı icrasını daha çok dinliyorum. Münir Nurettin icrası ki en klasik icrasıdır. Görkemli girişiyle bir rüyadan arta kalma hissini çok güzel bir şekilde veriyor. 


Emel Sayın'ın senfoni orkestrası eşliğinde söylediği versiyonunda ise bir imparatorluktan geriye kalma hissini duyuyorum.



Melihat Gülses'in icrası ise tatlı bir rüyadan birden bire uyanmışlık hissini yansıtıyor.