2 Kasım 2018 Cuma

Rumeli Kavağı

Rumeli Kavağı üniversite yıllarından beri gitmeyi çok sevdiğim yerlerden birisi. Eskiden genellikle otobüsle veya Sarıyer'den yürüyerek gidiyordum. O günleri keyifle hatırlıyorum.

Rumeli Kavağına giderken genellikle Fener yolundaki sapaktan inip arabayı mezarlığın oraya park etmeyi tercih ediyorum. Sarıyer yolu dar ve park eden arabalar yüzünden sıkıntılı olduğu için çok tercih etmiyorum. Geçtiğimiz haftalarda yine yolum Kavak'a düşmüştü. Sahilde dolaştıktan sonra bir yere oturup çay içtik ama içtiğim en kötü çaylardan birisiydi. Valesi olan çay bahçelerini ise valelere araba vermeye muhalif olduğum için tercih etmiyorum.

Rumeli Feneri

Rumeli Feneri'ni ilk defa öğrenciyken keşfetmiştim. O dönemlerde belediye otobüsüyle Sarıyer'den gidiyordum. Uzun ve yorucu bir yol olmasına ragmen balıkçı köyünün sakinliği, Karadeniz'in uçsuz bucaksız manzarası ve hafta içi kalenin sakinliğiyle benim için bir kaçış rotasıydı.
Yıllar boyunca fırsat buldukça şehrin gürültü ve kalabalığından kaçmak için Rumeli Feneri'ne gitmeye devam ettim. Fenere giden orman içi yollarda araba kullanmak da ayrı bir keyifti. Normalde yollarda seri araba kullanmayı sevsem de bu yol bitmesin diyerek mümkün olan en sakin şekilde gitmeyi tercih ediyorum. Ormanlar ve sakinliğe musiki eşlik edince yolun kendisi bizzat hedef oluyor.

9 Aralık 2016 Cuma

Kırım, ey güzel Kırım

Bugün müzik dinlerken yolum Kırım'a düştü. Bazen duygulandım, gozlerim yaşardı. Bazen göğsüm kabardı. Acılar, sürgün ve vatan hasretiyle geçen yılların söndüremediği vatan sevgisini ve mücadele azmini hissettim.
Ruhi Su'nun sesinden Sivastapol Marşı ile yolculuğa başladım. 1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı'nın cephelerinden olan Kırım'daki müttefik askeri harekatı savaşa adını da vermişti. 1853 Sinop Baskını'nda Osmanlı Donanması'nın önemli bir bölümü imha edilince İngiltere ve Fransa Osmanlı'nın yaninda Rusya'ya savaş açıp donanmalarını ve kara birliklerini göndermişlerdi. Sivastapol'u topa tutan müttefik filodaki Osmanlı denizcilerinin sıla hasretini anlatan bu türküyle duygulandım.

Port Arthur Yır'ıyla 1905 Rus Japon Savaşı'nda Rus Ordusu savaşması için yurtlarından koparılıp Uzak Doğu'ya götürülen Tatar gençlerinin feryadını duydum. Gidip de dönemeyen yaşlar için gözümden bir damla yaş aktı.
Salgır Boyu türküsüyle Kırım'ın mutlu zamanlarına dönmek istedim. İnsanlarin huzur içinde olduğu, Hanların Bahçesaray'da hüküm sürdüğü günlere dönmek ruhuma iyi geldi. Salgır nehri kıyısında bir toya katılmış gibi hissettim.
Ve 1944... 18 Mayıs 1944 kapkara bir gün. Kırım sürgününün başladığı hayvan vagonlarıyla milyonlarca Tatar'ın Sibirya ve Özbekistan'a sürüldüğü günlerin acısını kalbimde yaşadım. Biz Kırım'dan çıkanda kar yağmadı kan aktı dedim.

Sürgünde yeşeren vatan Kırım'a hasreti anlatan Ey Güzel Kırım ile devam ettim. Mustafa Cemiloğlu'nun yolbaşçılığında Kırım'a geri dönen soydaşlarımızin yeniden Rus işgaliyle karşılaşmasına şahit olduğumuz bugünlerde Kırım'da Tarak Tamga'yı yeniden yükseltmek için söz bergenmen ant etkenmen.

Dilde, fikirde işte birlik!

5 Haziran 2016 Pazar

Arkeoloji Müzesi bahçesinde

Bugün sevgiliyle uyandığımızda ne yapsak diye düşünüyorduk. Hava sıcak olduğu için Boğaziçi Üniversitesi yokuşlarına tirmanmayı gözümüz yemedi. Çok populer kahvaltıcilarda check in kasmak veya arabayı gerekmediği halde çıkarıp trafiğe yol açmak ailece bize uygun olmadığı için kendimizi İstanbul Arkeoloji Müzesi yoluna vurduk. Kadıköy'deki Eminönü iskelesinin üst katındaki İstanbul Kitapçısı'nın kafe bölümünde birer tost yiyerek gelen giden vapurları seyrettik. Kahvaltımızı bitirdiğimizde gelen vapur konserve kutusu kılıklı ŞH-Küçüksu idi. Şansımiza küsüp vapura bindik.

Arkeoloji müzesinde kalan bölümü gezerken güvenliklerin kendi aralarındaki yüksek sesli sohbeti gezme keyfimizi bozduğu için bahçeye çıktık. Bahçede çınar ağaçlarının altında kitaplarimızı okurken rüzgar estiği zaman başımızı kaldırıp önce kitaplara sonra birbirimize baktık. Aynı anda aynı duyguları hissedebilmek gerçekten çok özel bir an oluyor.

29 Mayıs 2016 Pazar

Yollarda (Anadolu Feneri-Poyrazköy)

Dün en son Riva yolundaydık diye yazmıştım. Riva merkeze girip arabadan inmeden hızlıca bir tur attıktan sonra kendimizi Anadolu Feneri yoluna vurduk. Küçük sevimli köylerin arasından geçerek her iki tarafı da ağaçlı yollardan Anadolu Feneri'ne ulaştık. Anadolu Feneri'ne yaklaşırken katır tırnakları sarı sarı çok güzel gözüküyordu. Uygun bir yerde sağa çekip biraz çiçek topladık. Çiçeklerin sapı sert olduğu için hatun komando bıçağını alıp çiçekleri keserken bol bol makara yaptık. İlk fotoğrafta arabamızın bagajı gözüküyor. Kitaplarımız, portatif sandalyelerimiz, tripod ve yedek sularımiz her yolculukta bize eşlik ediyor. Anadolu Fenerine geldiğimizde fenerin kapanış saatine yetişemediğimizi gördük biraz üzüldük. Caminin yanından denizi seyrettik. Sonra salaş bir yerde çay kahve içtik. Güzelliğin tadını çıkartıp Poyrazköy'e doğru yola çıktık. Poyrazköy'deki ufak kale bizim için çok güzel bir sürpriz oldu. Havanın haftaiçi yağmurlu olması ve cumartesi de yağmur beklenmesi yüzunden mangalcılar piyasada yoktu. Şirket arabasını alıp semaverde çay içen bir grubun yanından geçerken adamlarin yanlarında nargile taşıdığını görüp tebessüm ettim. Kalenin içinde biraz fotoğraf çekip evimize dönmek için yola çıktık. Sevgiliyle her yolculuğun ayrı bir tadı vardı. Hatun da kendi blogunda yazmış yol hallerimizi
Bu arada 3. Köprü bağlantı yolları için ormanların katledilişini görmek çok üzücüydü. Kuzey ormanları İstanbul'un su ve oksijen kaynağı olmasına rağmen hunharca katlediliyor. Yakında otoyolun çevresinde yeni villa siteleri kurulmasından korkuyorum. #direnGezi